Gökhan Yılmaz’ın Yapı Kredi Yayınları tarafından okura sunulan öykü kitabı ‘Tüm Müdahalelere Rağmen’, ‘kurtarılamayanlara ve kurtulmak istemeyenlere’ ithaf edilmiş. ‘Dile Gelenler’ ve ‘Dilden Gelenler’ olarak ikiye bölünmüş kitabı okurken aklıma gelen ilk şey, yazarın anlatmakta giderek ustalaştığıydı. Son dönemde rastladığım en nitelikli öykü kitaplarından biriydi ‘Tüm Müdahalelere Rağmen’. Keşke biraz daha çok öykü olsaydı kitabın içinde.
MERVE KOÇAK KURT
Uzun bir aradan sonra, ‘yine yeni yeniden’ merhaba Sevgili Okur! Okunmaya değer bir kitapla karşınızdayım: ‘Tüm Müdahalelere Rağmen’. Gökhan Yılmaz’ın, Yapı Kredi Yayınları tarafından okura sunulan öykü kitabı ‘kurtarılamayanlara ve kurtulmak istemeyenlere’ ithaf edilmiş. Okurken aklıma gelen ilk şey, yazarın anlatmakta giderek ustalaştığıydı. Bu nitelikli öyküler, daha çok okurla buluşsun isterim. En büyük mutluluğu değil midir bir yazarın sesine/ sözüne yankı bulması?
‘DİLE GELENLER’ VE ‘DİLDEN GELENLER’
‘Dile Gelenler’ ve ‘Dilden Gelenler’ olarak ikiye bölünmüş kitap. On dört öykünün her biri de diğerinden ayrı yerde. Yazarın kendine has bir üslubu var: İmzası bulunmasa bile rahatlıkla tanıyacağınız öyküler bunlar. Modern çağ insanının içindekileri bir güzel deşiyor yazar. İnsanın derinliklerine yol aldıkça daha de derinleşiyor öyküleri. Masallardan, menkıbelerden ve halk hikâyelerinden esintiler de yer alıyor arada.
‘Yaşamadan’ öyküsünde “Ellerine bakıyorum babamın, görmem gereken bir şey varmış gibi. Hiçbir şey göremiyorum. Ellerinin karanlığı anneme benziyor” diyen anlatıcının acıklı durumuna şahitlik ediyoruz. “Anlattıklarının içinde her şey var da bir annem yok. O kadar yok ki annem, biz de aramıyoruz onu artık babamızın dilinde. Ömrünün sonuna doğru aniden işitmez olması babamın anneme ulaşmayan kelimeleriyle birlikte hafızasından da silinmiş gibi. Şimdi biz annemi, dudaklarımıza bakıp bizi duymaya çalışan kara bir gölge gibi hatırlıyoruz.”
‘Bitimsiz’deki Ceylan’ın gelgitlerini okurken hüzünleniyoruz: “Avunmanın, oyalanmanın ipine sıkı sıkı sarılmaya alışıyordu. Yere indirildiğinde kalbinde bir boşluğun açtığını hissetmişti Ceylan. Anlamsız ama yine de güzel bir boşluk. Yersiz bir sevincin kimse bilmese de anlama kavuştuğu bir anda ve yerdeydi.”
‘HİKÂYESİZ’ KALMAYIN
‘Yürek Tarifi’ni okumayı ihmal etmeyin derim. Onca yarım kalmışlık arasında bir yarım kalmışlık daha bulacaksınız içinde. “Yaşamakla arasında notlar, cümleler, sorular ve şıklardan örülmüş bir set vardı. Yaşıyoruz işte, diyenleri anlamıyordu, düşüyoruz işte diyenleri. Çalışıyoruz işte, diyordu, halledeceğiz, her şey kontrol altında, doğru cevap çok uzağa gitmiş olamaz, buluruz, bulacağız, hep bulduk bugüne kadar.”
‘Aldanma’daki bizim hikâyemiz belki de: “Çocuğun yaralardan ve lekelerden kurtulması için büyümesi, hafıza sahibi olması gerektiğini söyledi doktor. Bir hafızası olduğunda yaraları geçecek, diye ekledi. Kadın, çocuğun bir hafızası olması için gece gündüz dua etti. Hiç unutmadı bunu. Çocuk, yaralı bir hafızaya sahip olmaya başladığında yüzündeki lekeler geçecek, demişti temiz yüzlü doktor. Sizin yaralarınız da hafızanızla birlikte mi geçti, demek istedi doktora.”
‘Hikâyesiz’ de kalmayın Sevgili Okur! “Yazmaktan temelli kurtulabilsem. Yazmak denen rüya perdesini ellerimle yırtıp atabilsem. Ama son kez. Son bir kez. Bir güç istiyorum. Perdeyi çekip gerisinde saklanabileceğim bir düş parçası. Hakikate dayanma gücü versin diye. Her şeyi bana unutturacak bir hikâyesiz de olsa bir hikâye” diyen anlatıcının öyküsüne kulak verin. ‘Dile Gelenler’ kadar ‘Dilden Gelenler’e de… ‘Abdullah’ın Kör Umudu’, ‘Kırkkilit’, ‘Yüzünden Düşen’, ‘Kaybolan’, ‘Kuşkızı’, ‘Balkonlardan Gelen Soğuk Hava Dalgası’ ve ‘Mülakat’ öykülerine de…
Son dönemde rastladığım en nitelikli öykü kitaplarından biriydi “Tüm Müdahalelere Rağmen”. Keşke biraz daha çok öykü olsaydı kitabın içinde. Keşke...
KİTAPTA ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR
Altını çizebileceğiniz çok satır var ‘Tüm Müdahalelere Rağmen’de. “Aldanmak ve oyalanmak, hayatın iki tatlı zehri” gibi… Bu satırlar, aforizma olsun diye yazılmış satırlar değil. Durup düşünülmüş, imbikten geçirilmiş, damıtılmış, rafine sözler… Öykülere güzellik katışı da bu yüzden… Okuru, kendine çeken yanı sadece cümlelerin güzelliği değil, anlamın hakikati de. Öykülerin o sarsıcılığı nereden geliyor derseniz: “Vaktin de zamanın da içi boşalmıştı. Sözler kısalmıştı. Şehrimizi boşalttılar. Felaketler, afetler, kıranlar, kıtlık, kafa karışıklığı vurunca. Şehrimizde doğmayan gurbetçiler köylerine döndüler, doğdukları yerlere. Balkonsuz, sınırsız, ferah. Varınca şaşaladılar, oksijenle vuruldular. Topraktan yediler, çamuru dişlediler. Doğdukları odaların kokuları duruyordu. Odalara doluşup ağlaştılar. Gözyaşlarını silip her şeyi unuttular. Felaketleri, afetleri, kıranları, kıtlığı, kafa karışıklığını.”