BESİM DALGIÇ
İlk baskısı 1975’te ‘e Yayınevi’nden, ikinci baskısı 1984’te İletişim Yayınları’ndan çıkan Manuel Scorza’nın ‘Dikenli Tel’ romanı yıllar sonra tekrar Ötüken Neşriyat’tan yayımlandı. Çok uzun bir ara... Romanın çevirmeni ise İzzet Yasar.
Perulu Manuel Scorza’dan dilimize topu topu iki roman çevrilmiş. Biri bu roman. Öbürü Müntekim Ökten çevirisiyle 1978’de Milliyet Yayınları’dan, 1986’da da tekrar Can Yayınları’ndan çıkan ‘Toprak Acısı’... Manuel Scorza gerçekte birbirinin devamı niteliğinde 5 roman yazmış. İlki ‘Dikenli Tel’, ‘Toprak Acısı’ ikincisi. İspanyolca orijinal ismi ‘Rancas’ın Davulları’ anlamına gelen ‘Redoble por Rancas’ olan ‘Dikenli Tel’in ilk yayımlanma tarihi 1970. ‘Dikenli Tel’ ismi İzzet Yasar’ın mı yoksa yayınevinin tercihi mi? Bilinmiyor. Ama kitabın konusuna uygun. Gerek İzzet Yasar’ın gerek Müntekim Ökten’in çevirileriyle kısa sürede dilimize kazandırılan Manuel Scorza’nın öteki kitapları hiç çevrilmemiş. Oysa Kolombiyalı Gabriel García Márquez’in yıldızı her zaman parlatılmış.
İspanyolca’nın ya da Portekizce’nin hakim olduğu için bu topraklardaki edebiyata kısaca ‘Latin Amerika Edebiyatı’ demek toptancı bir yaklaşım. Meksika’yı da katarsak koca bir kıta söz konusu... Birçok devlet, birçok yerel dil, yerel lehçe var. Ant Dağları’nında, Amazon’nunda koşulları farklı. Kıtanın Güney Kutbu’na yakın bozkırlardaki koşullar da farklı. Dolayısıyla Julio Cortázar’ında, Mario Vargas Llosa’nında, Gabriela Mistral’ında, Jorge Amado’nunda, 1983 yılında Madrid’te bir uçak kazasında 55 yaşında ölen Manuel Scorza’nında edebiyat dilleri de farklıdır. Manuel Scorza “Tarihi olmayan bir köydür Rancas. Daha doğrusu tarihi olmayan bir köydü, ta ki bir gün bir tren gelip orada durana kadar” diye tanımlıyor kitapta bu bölgeyi.

Yerel toprak ağalarının zulmü yetmezmiş gibi, Büyük Okyanus kıyılarından bir duvarmışçasına yükselerek 5 bin metreyi aşan, kuş uçmaz, kervan geçmez, ağaç yetişmez Ant Dağları’nın dondurucu, az oksijenli platolarının bir de ABD’li maden şirketlerince binlerce kilometre karelik toprakları adeta bir yılan tarafından sarılıyormuşçasına tel örgülerle çevrilerek orada yaşayan yerel halkın tüm hakları ellerinden alınırken, bir bakıma soy kırımı yaşatılmış. Dikenli tellerle çevrilen topraklar yüzünden önce bir saatte gidilebilen köylere artık beş altı saatte gidilebiliyormuş. Kızılderili efsanelerine dayanan, zengin bir anlatıma sahip, ‘büyülü gerçekçilik’ diye tanımlanan ‘Dikenli Tel’ romanı yazım tekniği nedeniyle bir yanıyla Faulkner’ın ‘Döşeğimde Ölürken’ romanını hatırlatırken başka yanıyla John Steinbeck’in ‘Sardalya Sokağı’ndan da izler taşıyor.
‘Dikenli Tel’ ilginç başlıklarıyla 14 hikâyeden oluşan bir kitap. Başka ülkelerden altın madenciliği için gelip, yörenin koşullarına dayanmayıp çoğunlukla kalp krizinden ölen binlerce maceracının toprağa bile karışamayan donmuş cesetlerinin mezarlarıyla kaplı, ıssız, vahşi bir tabiatta yaşayan köylülerin mitolojik, toplumsal eşitsizliklerin acımasızca kullanıldığı bu bölgede, bu gaspa karşı hiciv dolu inatçı bir direnişi anlatan şiirsel, trajik bir roman...
Bildiğim kadarıyla Ötüken Neşriyat Manuel Scorza’nın öbür kitaplarını da yayımlayarak dünya edebiyatının çok önemli bir yazarının tüm yapıtlarını dilimize kazandırmaya hazırlanıyor.

BEDRİ RAHMİ’NİN İLK ŞİİR KİTABI
‘Yaradana Mektuplar’ Bedri Rahmi’nin 1941’de Ankara İdeal Matbaası’nda basılmış ilk şiir kitabı. Ötüken Neşriyat bu kitabın da tıpkı basımını yaptı. Ama küçük bir sorun var. Turgay Fişekçi, Memet Fuat ile anılarından söz ederken “Sabahattin Bey’le ilgili söylenecek birçok şey var. Mesela soyadı konusu... Bazı yerlerde ‘Eyuboğlu’, bazı yerlerde ‘Eyüboğlu’ yazılıyor.
Memet Fuat da çok dikkat eder böyle şeylere. Bir gün Bedri Rahmi’yi görünce ona sormuş, ‘Sizin soyadınız ‘u’la mı yazılıyor yoksa ‘ü’le mi?’ Bu soru karşısında Bedri Rahmi’de şaşırmış, ‘Abime sorun, o daha iyi bilir’ demiş.” Tabii Memet Fuat aynı soruyu Sabahattin Bey’e yöneltince ondan ‘u’ şeklinde yazılması gerektiğini öğrenmiş. İşte ‘Yaradana Mektuplar’daki sorun bu. İlk baskının kapağındaki soyadı ‘Eyuboğlu’, içteki başlangıç sayfasındaysa ‘Eyüboğlu’ şeklindeyken, Ötüken’in tıpkı basımındaki kapakta ise ‘Eyüboğlu’ olarak yazılmış. Her ikisinin başka kitaplarına baktığımda ‘Eyuboğlu’ daha fazla. ‘Yaradana Mektuplar’ belli ki çok özenilmiş bir kitap. Ancak puntolar çok küçük. Kitapta Bedri Hoca’nın şiirleri yanı sıra çizdiği desenlerde var.
Bedri Rahmi DGSA yani Akademi’ye orta öğretim çağlarında giriyor. Bazı istisnalar dışında ömrünün sonuna kadar orada hocalık yapıyor. 70’li yılların başında Akademi’ye girdiğimde de hâlâ hocaydı. Hani derler ya “Efsane Hoca” işte bu tabir en çok ona yakışıyordu. Akademi hem hocalarıyla, hem de öğrencileriyle, hem modelleriyle bir bütündü. Bu anlayış nesilden nesile aktarılıyordu. Usta çırak ilişkisi bu yapının ruhuydu. Ne yazık okul günümüzde bu ruhu bilmeyen yöneticilerin elinde... ‘Yaradana Mektuplar’daki şiirler Turgut Uyar’ın ‘Arz-ı Hal’ şiirini hatırlatırken belki bir miktarda ‘İlahi Komedya’yı çağrıştırıyor. Ötüken Neşriyat Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun külliyatının hepsini ayni özenle basacak.

17’Lİ YAŞLARDA YAZDIĞI DİZELER
Bu arada Bedri Rahmi’nin külliyatından 1929 - 1931 arası yazılmış ilk şiirleri ‘Kırık Satırlar’ adlı kitabı da yayınlandı. Şairler için ressam, ressamlar için şair addedilen Bedri Rahmi, aşklarıyla, hem resimde hem de şiirlerindeki yenilikçiliğiyle, dostluklarıyla gerçekte hiçbir kalıba sığacak biri değildi. 12 Mart Muhtırası’yla darbe yapan generaller ünivesitelerdeki öğretim üyelerini de uzaklaştırdıklarından profesörsüz, doçentsiz kalan üniversitelere çözüm olarak bir gecede hiçbir akademik donanımı bile olmayanları profesör olarak atamışlardı. Onlara ‘Pijamalı Profesörler’ denirdi. Ne kadar doğrudur bilmiyorum ama Akademi’de de bu olay olduğunda Bedri Hoca Osman Hamdi Salonu’na çıkıp “Ressamın profesörü mü olur ulan?” diye bağırıp bu olayı protesto ettiği anlatılırdı. Halkına yakın bir sanatçı olarak, eğer bir Mavi Yolculuğa çıkıp, Fethiye Bedri Rahmi Koyu’nda onun bir kayaya çizdiği balık resmiyle karşılaşıp, “Ömürlerimizi biribirine ekleyip sana doğru geliyoruz” dizelerini de okuyup, her zaman aramızdaki Bedri Hoca’ya bir selam çakmanız umarım onu mutlu eder...
