Prof. Dr. Sevtap Demirci: Lozan’la birlikte Şark meselesinde son sözü Türkler söyledi

Prof. Dr. Sevtap Demirci: Lozan’la birlikte Şark meselesinde son sözü Türkler söyledi

Prof. Dr. Sevtap Demirci: Şark meselesinde, Osmanlı’yı dağıtarak son sözü söylediğini düşünen Batı’ya, Lozan’la birlikte son sözü Türkler söyledi. Lozan; Türkiye’nin kurucu belgesidir, doğum belgesidir, tapusudur.

ERCAN ÇANKAYA

Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Sevtap Demirci, 102. yıldönümünde Lozan Barış Anlaşması’nın bilinmeyenlerini KARAR’a anlattı. Doktorasını Cambridge Üniversitesi’nde Lozan üzerine yapan Sevtap Demirci, burada Lozan’la ilgili çalışmaları sırasında istihbarat raporlarından bakanlıklar arasındaki yazışmalara, resmi telgraflardan özel yazışmalara binlerce belgeyi inceledi. Lozan’la ilgili pek çok bilimsel makalesi, kitabı bulunan Prof. Demirci, Türkiye’nin kuruluş senedi olduğunu vurguladığı Lozan Anlaşması’yla birlikte Şark meselesinde son sözü Türklerin söylediğini belirtti.

sevtap-demirci-001
Prof. Sevtap Demirci

LOZAN NEDEN KURULUŞ SENEDİ?

Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş senedidir" cümlesini, Türkiye'de okul eğitimi almış hemen herkes duymuştur. Lozan için böyle bir tabir kullanmamızın sebebi nedir? Milli Mücadele'yi bitirmiş olması mı sadece?

Bu aslında doğru bir ifade. Yerleşmiş olduğunu duymak da ayrıca sevindirici. Evet, Lozan; Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş senedidir, kurucu belgedir, Türkiye Cumhuriyeti'nin tapusudur. Ve Milli Mücadele'nin askeri alanda kazanılan zaferlerin masa başında, diplomatik anlamda da tescil ettirilmesidir. Ve Cumhuriyet'e, Cumhuriyet’in ilanına giden yolda en önemli belgedir. Daha henüz devletinizi kurmamışsınız. Ankara Hükümeti olarak görüşmelerdesiniz. Henüz Türkiye Cumhuriyeti falan değil. Çünkü Osmanlı yıkıldı, sizin de bildiğiniz gibi. Onu temsilen İstanbul Hükümeti ve Ankara Hükümeti birlikte davet edildiler. Fakat Ankara Hükümeti tek başına temsil ediyor, Türk milletini. Böyle olduğu halde, devlet ilan edilmediği halde, kurulmadığı halde, sadece bir hükümet tarafından temsil edildiği halde, bu belgeyle beraber, bu belgenin imzasıyla beraber, Türkiye uluslararası alanda milli bir devlet olarak hukuken tanınmıştır. Batılılar tarafından, Batılı Büyük Devletler tarafından ve onlarla birlikte hareket eden, emperyal gayeye hizmet etmekle görevlendirilmiş irili ufaklı diğer devletler tarafından uluslararası alanda teyit edilmiştir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu belgesidir, doğum belgesidir, tapusudur.

‘LORD CURZON MÜTTEFİKLER ARASINDAKİ GÖRÜŞ AYRILIKLARINI KAMUFLE ETMEYİ BAŞARDI’

Lozan Antlaşması ile birlikte Türkiye, Misak-ı Milli'deki altı maddelik hedeflerine büyük ölçüde ulaştı. Bu hedeflere ulaşmada Türk heyetinin diplomatik başarısı önemli kuşkusuz. Ama bir taraftan da dünya konjonktürü var. İngiltere'deki iç siyasetin bu konudaki bölünmüşlüğü ve müttefik devletler arasındaki ilişkiler bizim bu sonucu almamızı ne derece etkilemiştir?

Şimdi burada birkaç soru var cevaplamam gereken. Bir kere şu: Büyük devletlerin, kendi aralarında bir bölünmüşlük demeyelim. Çıkarları ortak. Osmanlı İmparatorluğu'nun oturduğu coğrafyanın paylaşılması bütün mesele. Zaten son 150-200 yıldır mesele buydu. Şark Meselesini nasıl çözeceğiz? Şimdi burada hedeflerini ortak bir noktada buluşturdular ve bunu da ancak büyük bir krizle çözebiliriz dediler. O büyük bir kriz de Birinci Dünya Savaşı. Birinci Dünya Savaşı'nın bitmesiyle beraber bu ülkeler hedeflerine ulaştılar. Şart Meselesini çözdüler. Onların ifadelerini kullanıyorum, belgedeki ifadelerini kullanıyorum: "Türkler, taslarını taraklarını toplayarak geldikleri Orta Asya bozkırlarına gönderileceklerdir"in altını çizdiler, başardılar. Çünkü 1918’den itibaren Osmanlı İmparatorluğu yoktur. Şimdi bu bölünmüşlük değil, burada ortak hedef vardı. Yine Lozan'da da bu ortak hedefi tutturabilmek için İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon'un müthiş bir çabası var. Diplomatik becerisi var. Son derece yetenekli, ömrünü dış işlerinde geçirmiş, onlarca yüzlerce konferansı idare etmiş, deneyimli bir diplomat Lord Curzon.

Buna şans denir mi bilmiyorum, Ankara Hükümeti açısından. Lozan başlarken bir kabine değişikliği oldu Londra'da. Bu şahin politikacı dediğimiz, işte Türkleri sürelim, uygarlıktan nasibini almamış Türkleri geldikleri Orta Asya bozkırlarına geri göndermemiz lazım. Bizim tek önünde eğileceğimiz uygarlık Helen uygarlığıdır, Grek uygarlığıdır diyen Lloyd George devre dışı kaldı. Seçimler kaybedildi. Tabii bunun çok farklı sebepleri var. Neden kaybedildi? En önemli değil ama kaybetmesine katkıda bulunan faktörlerden bir tanesi de kamuoyu, İngiliz kamuoyu. Çünkü İngiliz kamuoyu savaş karşıtıydı. Milyonlarca çocukları ölmüş Birinci Dünya Savaşı'nda. Artık yeni bir kriz istemiyorlar, bir an önce barış istiyorlar. Ekonomileri berbat bir vaziyette. Çözmek zorunda oldukları İrlanda sorunu var. Amerika’ya, ödemek zorunda oldukları borçlar var. Ayrıca kendi dominyonlarında, sömürgelerinde herhangi bir problem istemiyorlar. Türkiyeyle bir barış imzalanmazsa veya koşulları çok ağır olan bir barış dayatılırsa sömürgelerindeki, özellikle de Hindistandaki Müslümanların ayaklanabileceği endişesi, korkusu var. Bunlarla ilgili Dışişleri Bakanlığı'na, Savunma Bakanlığı'na, Sömürgeler Bakanlığı'na yüzlerce rapor yazılıyor. Onları okudum tek tek. Dolayısıyla bu gerekçelerle bir an önce barış yapmak istiyorlar. Evet, iktidar değişti. Daha, “ılımlı.” Ilımlı derken Ankara'ya karşı ılımlı değil. Ama kendi iç problemlerimize odaklanmalıyız, ekonomiyi ayağa kaldırmalıyız, kitleleri mutlu etmeliyiz, yaralarımızı sarmalıyız diyen bir iktidar var.

Müttefikler arasındaki şeye gelirsek; uyuşmazlık dediniz siz ya da işte çıkar çatışmaları. Evet, bu çıkar çatışmaları var. Tamam, imparatorluğu çökerttiler ama çıkar çatışmaları hâlâ devam ediyor. Fakat bu çıkar çatışmalarını çok başarılı bir şekilde örten, diplomasi masasında, müzakerelerde göstermemeye çalışan bir Dışişleri Bakanı var. Müzakere İtilaf Devletleriyle Ankara Hükümeti arasında oldu. Evet doğru ama esas tartışma, bütün patırtı gürültü, bütün tartışma, İngiltere ile -o dönem isim Türkiye değil ama Türkiye diyelim- Türkiye arasında oldu. Biraz daha mikro düzeye inersek Londra ile Ankara arasında, biraz daha inersek İngiliz Başdelegesi ve Dışişleri Bakanı Lord Curzon ile Ankara'nın başdelegesi ve Dışişleri Bakanı İsmet Paşa arasında cereyan etti. Ve o görüş ayrılıklarını Lord Curzon, başarılı bir şekilde örterek, kapatarak İsmet Paşaya ya da Türk delegasyonuna göstermemeyi başardı. Göstermemek konusunda önemli çaba harcadı. Dolayısıyla Ankara bu ayrılığı bilmiyor. Bugün buradan biliyoruz tabii. Çünkü belgeler açıldı. Ama o gün perde açıldığı zaman net bir blok görüntüsü vardı. Hatta İsmet Paşa; “Ben bunları, bu bloğu nasıl yarayacağım, nasıl deşeceğim, ne yapmam lazım, Fransız delegasyonunu çaya mı çağırayım, bir ikili görüşme mi yapayım?” falan diye defalarca Rauf Bey'e ve Bakanlar Kurulu’na telgraflar çekiyor. Nereden bir çatlak bulup da bu bloğun içine girebilirim? Aslında blok yok ama gösterilen o. Bunu bilmek için ne gerekiyor? Sizin de bildiğiniz gibi istihbarat gerekiyor. Her zaman söylüyorum, istihbarat çok şeydir, istihbarat her şeydir. Ne yazık ki Osmanlı Devleti çökmüş ve Ankara Hükümeti de kendi istihbarat kadrosunu hazırlayacak zamana sahip değil. Yunanlıların malum İzmir’den 9 Eylülde ayrılmalarının arkasından hemen Mudanya: 12 Ekim. Bir ay geçmedi Lozan'a gittiniz. Hangi yetişmiş kadroyu bulacaksınız, hangi istihbarat elemanını yetiştirip yanınıza alacaksınız bu arada. Dolayısıyla böyle ciddi bir sıkıntıyla karşı karşıya Ankara Hükümeti.

conference-de-lausanne-lord-curzon-se-rendant-au-chateau-douchy-btv1b53094598k
Lord Curzon Lozan Konferansı'nda

NEDEN İSMET PAŞA TERCİH EDİLDİ?

O zaman biraz bizim delegasyonumuzdan bahsedelim. Barış Konferansına katılmak için dönemin Başbakanı Rauf Orbay'ın da istekli olduğunu biliyoruz. Bir taraftan Ankara Hükümeti içinde Bekir Sami Bey gibi diplomasi geleneğinden gelen isimler de var ama o güne kadar pek diplomatik tecrübesi olmayan İsmet Paşa tercih ediliyor. İlk olarak İsmet Paşa'nın tercih edilmesinde ne etkili olmuştur? Bir de İsmet Paşa'nın diplomasi geleneğinden gelmemesi, masada sanki bizim için daha yararlı olmuş izlenimi oluşturdu bende. Siz katılır mısınız?

Böyle de değerlendirilebilir. Dediğiniz doğru. İsmet Paşa bir diplomat değil. İsmet Paşa hepimizin bildiği gibi bir asker. Ekimde Mudanya Ateşkesi'nde 3-5 günlük diplomat. Orada postallarını çıkardı. O ateşkesten sonra iskarpinlerini giydi ve Lozan'a gitti. Dolayısıyla İsmet Paşa diplomat değil, İsmet Paşa bir asker. Doğru, Dışişleri Bakanı olarak seçildi. Daha önceki Dışişleri Bakanımız Yusuf Kemal. Normalde onun gitmesi lazım. Dediğiniz gibi Rauf Bey de gitmek istedi. Çünkü Rauf Bey bir kara leke olarak kabul ettiğimiz Mondros'un imzacılarından biri. O ateşkesle imparatorluk paramparça hale geldi. Zaten paramparçaydı. Onun tescili oldu. Silah bırakımlar; limanlar, garlar ele geçirildi. Asker dağıtıldı, ordu dağıtıldı vesaire. Boğazlar falan her şey yabancıların kontrolünde. Şimdi böyle bir ateşkeste, yani imparatorluğun sonunu belgeleyen bir ateşkeste -Bahriye Nazırı'ydı o dönem- imzası olması nedeniyle tabii ki sıkıntı duyuyor. Bunu Lozana giderek belki telafi edebilirim diye düşünmüştü. Fakat, Mustafa Kemal’in tercihi İsmet Paşa'dan yana. Bakın Yusuf Kemal'den değil. Rauf Bey’in başbakan olarak görev yapması uygun görülüyor, zaten başbakan. Ama gitmesi gereken Yusuf Kemal Bey'in değişimiyle beraber İsmet Paşa gidiyor.

Neden İsmet Paşa diye sordunuz. Şimdi onun cevabını vereyim. Bir kere İsmet Paşa asker. Asker ne demek? Asker aldığı emri uyguluyor. İsmet Paşa son derece kararlı, -hatta bu basına da dayanıyor, yabancı basında da görüyoruz bunu- son derece inatçı. “Stubborn” İsmet Paşa diye manşet atıyorlar. Bir türlü uzlaşmıyor, Lord Curzon'un söylediğini kabul etmiyor. Hatta biliyorsunuz, bilinen bir anekdottur. Lord Curzon, “Nedir bu, İsmet Paşa?” diyor. Her söylediğime hayır diyorsun, her söylediğime hayır diyorsun. Ben bu hayırları, şimdi burada alıyorum ve cebime koyuyorum. Ve Londra'ya dönüyorum. Sen ya da ben, biz olmasak bile bu anlaşma imzalanacak. İmzalandıktan sonra ne olacak biliyor musun? Ne olacak? diyor İsmet Paşa? Sen”, diyor “Benim kapıma geleceksin. Londra'ya geleceksin. Kapımı çalacaksın. Neden?”, diyor İsmet Paşa. Çünkü,” diyor senin ülkeyi ayağa kaldırman için paraya ihtiyacın var. O para, o kapital, o kredi bende. Sen o para için kapıma geldiğinde, kapımı çaldığında ben ne yapacağım biliyor musun İsmet Paşa? Bu şimdi masadan alıp da cebime koyduğum hayırları tek tek senin önüne çıkaracağım. Her birini kabul etmek zorunda kalacaksın!” Böyle deyince İsmet Paşa, “Sayın Curzon; bir dakika, biz bir gelelim, siz ondan sonra çıkarırsınız” diyor. Ve İsmet Paşa, ondan sonra sıkı bir devletçi politika izleyecek. Aman işte kimseden para almayalım, kendi yağımızla kavrulalım şeklinde. (48'e kadar öyle gitti, son şeyde aldı. Biliyorsunuz işte Marshall yardımları falan o dönemde. Artık iktidarın değişimi arefesinde bunu aldılar.) O zaman parayı nereden yaratacaksınız? Hükümet ne yapar? Zam yapar değil mi? Dolayısıyla zamlar, zamlar, zamlar. Bu da CHP'yi ve İnönü dönemini halkın gözünde pek de popüler bir hale getirmedi.

Soruya döneyim. Rauf Orbay gitmek istedi. Ama Atatürk, İsmet Paşa'dan yana ağırlığını koydu. Çünkü İsmet Paşa aldığı emri uygulayan biri. Emirler, talimatlar burada telgraflarla geliyor. Mesela kapitülasyonlar konusunda çok ısrarcılar, ne yapmamız lazım” diye soruyor İsmet Paşa, telgrafla. “Şu şu yol izlenebilir” diye cevap geliyor. O yolun bir milim dışına çıkmıyor, İsmet Paşa. Onu alana kadar mücadele ediyor. Onun için de yeter artık diyor Lord Curzon İsmet Paşa’ya. Mısır'daki sfensklere konuşuyorum, Tutankamon’a konuşuyorum” diyor. “Taşa konuşuyorum gibi geri dönüyor, bana çarpıyor. Yeter artık" diyor. “Bir tutturmuşsun milli egemenlik, milli egemenlik. Ağzına pelesenk olmuş. Yeter artık” diyor. Çünkü her seferinde bizim ulusal bağımsızlığımız, milli egemenlik diye bağırıyor İsmet Paşa. Dolayısıyla o talimatı yerine getirene kadar hakikaten Lord Curzon’un burnundan getiriyor diyeceğim. Dolayısıyla bir diplomat değil, asker olması belki sizin söylediğiniz gibi işe yaramıştır. Çünkü ısrarlı bir şekilde mücadele ediyor. Öyle tartışalım falan değil; “Hayır bu olmayacak” ya da “Buradan bir gram dışarı çıkılmayacak” “Ben,” diyor “Misak-ı Milli’yi almak için buraya geldim. Başka hiçbir şey istemiyorum sizden. Bize Misak-ı Milli’yi verin gidelim. Ben Misak-ı Milli’yi almadan gitmem. Ben bunu imzalasam bile, Misak-ı Milli’yi almadan, -6 madde sizin dediğiniz gibi- gerçekleştirmeden bu anlaşmayı imzalasam bile bu meclisten geçmez. Dolayısıyla hiç tartışmayalım, biz Misak- Milli için buradayız diye, böyle kararlı bir şekilde mücadele ediyor. Dolayısıyla o kararlılığını biliyor, Mustafa Kemal. Nereden biliyor? Dava arkadaşı, silah arkadaşı, yakın arkadaşı. Yani yeteneklerini biliyor, kapasitesini biliyor, neyi yapıp neyi yapamayacağını biliyor. Evet, diplomat değil. Evet, 3-5 günlük diplomatlık tecrübesi var sadece Mudanya'dan. Ama kararlı, azimli ve kendisine verilen talimatı harfiyen yerine getirmek konusunda müthiş bir çaba harcayan bir Dışişleri Bakanı.

'BİZ LOZAN GÖRÜŞMELERİNDE KARŞIMIZDAKİNİN ELİNİ BİLEN BRİÇ OYUNCULARI GİBİYDİK’

Bu da sonradan öğrendiğimiz bir husus. Lozan'daki Türk heyetinin Ankara ile olan telgraf yazışmaları okunuyor İngilizler tarafından. Yani o görüşmeler devam ederken, toplantılardan önce kırmızı çizgilerimizi ve nelerden taviz verebileceğimizi biliyorlar.

Evet, doğru.

Bunun sonuçlar üzerinde ne gibi etkileri olmuştur? Bu telgrafların okunması meselesini ilk siz yazmıştınız değil mi?

Evet. Şimdi bunu ben bulduğum, arşivde çalışırken bunu gördüğüm zaman bakıyorum o telgraflara şey diyor. 10:35, mesela diyor ki “Boğazlar konusunda şu şu şeyler getirildi, biz de şunları söyledik. Daha ne diyelim, hangi argümanlar üzerinden tartışmayı yürütebiliriz? diye talimat sormuş. Onun üzerine Ankara’dan da buraya cevap geliyor. Şöyle yapın böyle yapın. Şimdi 10.35. Sonra bakıyorum, bizim telgrafın aynısı açılmış, okunmuş, deşifre edilmiş Lord Curzon'un masasında. 10.45 ya da 11, açılmış. Şimdi, Allah Allah bu tesadüf mü dedim. İkinci telgraf, üç, beş, yedi bütün telgraflar. Bizim gönderdiğimiz telgraf tabii şifreli telgraf ama şifreler kırılmış, açılmış ve Lord Curzon’un masasında.

Nasıl oluyor, nereden geçiyor bu telgraf hattı, diye baktım. Gördüm ki Doğu hattı, Eastern Line diye bir telgraf hattı var. Telgraflar onun üzerinden geçiyor.

Şimdi bununla tabii çok büyük bir avantaj kazanıyor İngilizler ya da müttefikler. Çünkü burada sizin kırmızı çizgilerinizi biliyorlar. Neyi, nereye kadar itebileceklerini, sizi nereye kadar sıkıştırabileceklerini çok net biliyorlar. Ve stratejilerini ona göre oluşturuyorlar. İşin ilginç tarafı sadece sizin duruşunuzu, konumunuzu, pozisyonunuzu ya da sizin hedeflerinizi bilmekle de kalmayıp, bir de üstelik kendi müttefiklerinin de durumuna anlıyorlar. Çünkü İsmet Paşa o telgrafta yazıyor. Ankara'ya çektiği, Rauf Bey’e çektiği telgrafta yazıyor. Diyor ki işte ben yarın, diyelim ki Fransız delegesiyle, saat işte öğleden sonra ikide bir kahve içeceğim. Ve orada acaba Fransızlarla bir yakınlaşma sağlanabilir mi? Bir göreceğim, arayacağım, bir araştıracağım diyor. Bu görünüyor. Onun üzerine bir bakıyorsunuz. Sabah saat 11'de, daha biz görüşmeden Lord Curzon bir kahve, bir çay davetiyle, Fransız delegeyle bizden önce görüşmüş. Ve böyle parmak da sallayarak “Musul petrollerinden pay istiyorsan hani olmaz ama bizim çizgimizden çıkma, bu şeyi çatlak gibi gösterme, bu bloğu bozma.” Ona Allied Unity deniyor. Bu birliği, bütünlüğü bozamazsın diye tedbir alıyor. Ben okurken ona da şaşmıştım. Belgede diyor ki “Biz Lozan görüşmelerinde karşımızdakinin elini bilen briç oyuncuları gibiydik.” Bu kadar vahim. İşte onun için her zaman ne diyorum, “İstihbarat her şeydir, istihbarat çok şeydir. Çok büyük bir avantaj kazandılar. Biz bundan şüphelenerek hattı değiştirdik. Köstence Hattına geçtik. Çünkü yazıştılar. Telgrafları açıp okuyorlar mı diye şüphe oluşunca. Çünkü çok net cevaplar geliyor. Yani böyle nokta atışı, Türkiye- Ankara'nın tezlerini çürüten. Hat değiştirildi, Köstence Hattına geçildi. Köstence Hattı’na geçilince bu sefer de telgraflar kayboldu, gelmedi, geç geldi, bir hafta sonra gelen telgraf okunmadı, karalandı. Bir şekilde o hat da işlemez hale geldi. Ya da köhneliğinden dolayı kayboldu telgraflar. Dolayısıyla baktılar ki Ankara ve Lozan arasındaki iletişim tamamen koptu, tekrar döndüler. O gizli oturumda milletvekilleri soruyor, İsmet Paşa cevap veriyor. Oradan bilgi sızıyor. İçeride ne tartışıldığını ben Dışişleri Bakanı Lord Curzon'un masasında görüyorum. Diyarbakır Milletvekili Diyap Ağa bunu demiş, Bursa Milletvekili Dursun Bey bunu demiş, işte Karasi Milletvekili Hüseyin Bey bunu demiş. Nasıl oluyor bu? Ben bir oturdum, bir düşündüm, İngilizce bilen milletvekillerini bir çıkarayım dedim. Milletvekillerini çıkardım, sonra dedim ki ben niye adamların günahını alıyorum. Yani İngilizce bilen milletvekillerinin... Belki adam Türkçe gönderiyor. Ama Dışişleri Bakanlığı’nda, orada İngilizce ve Türkçeyi çok iyi bilen uzmanlar var.

Heyet içinde bilgi sızdıran birileri var mı?

Var ama kim bilmiyorum. Bu mecliste de böyle heyette de böyle. Bakın, bunları bilmemiz gerekiyor, bu kadar dezavantajlı konumdayken siz bugün Anadolu'yu kurtardınız. Yani o işgal altındaki Anadolu’yu. Ve Anadolu'da tutundunuz siz. Sadece o coğrafyayı kurtarmakla kalmadınız. Zaten Balkanlar Osmanlı'dan gitmişti. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Anadolu da gitti, Orta Doğu da gitti. Ama siz Anadolu coğrafyasında tutundunuz. Türkler, Anadolu’da tutunmakla da kalmadı. Bir de üstüne üstlük devlet kurdunuz orada. Az buz bir şey değil. Ve o kurduğunuz devleti de bunlara, bu büyük devletlere, Batılı emperyal güçlere kabul ettirdiniz. Bu kadar olumsuzluğa rağmen. Az buz başarı değil bu.

24temmuz
İsmet İnönü Lozan'ı imzalarken...

‘BOĞAZLAR’DA UZLAŞILMASA ANLAŞMA OLMAZDI’

Musul meselesi Lozan’da çözülememişti. Boğazlar konusunda 1936’da Montrö’yle bir düzenleme yapıldı. Hatay, 1938’de bağımsız oldu, 1939’da Türkiye’ye katıldı. Bende oluşan izlenim, Lozan büyük bir başarıydı ama sonuçlarda genç Cumhuriyetin de memnun olmadığı noktalar vardı ki revize ettirmek istedi.

Doğru. Şimdi Lozan'da önceliklerimiz vardı. Önceliğiniz milli bir devlet kurabilmek, bu devleti de karşı tarafa kabul ettirebilmek. Ulusal egemenlik, tam bağımsızlık. Bunlar bizim olmazsa olmazlarımız Lozan'da. Yani milli sınırlar içerisinde tam bağımsız bir devlet. Milli sınırlar dediğimiz Misak-ı Milli. Yani kabaca bugünkü Anadolu toprakları diyelim. Misak-ı Milli sınırları içerisinde bağımsız bir devlet kurmak. Bunu başardık.

Doğu Anadolu'da kurulması planlanan, Sevr'de de İstanbul hükümetine dikte ettirilen bir Ermeni devletini orada kurdurmadık. Aşağıda, Sevrde dikte ettirilen Güneydoğu Anadolu'daki Kürt Devleti'ni, Kürdistan'ı kurdurmadık. Birinci öncelik iktisadi, siyasi bağımsızlığı almaktı. Bunu sağlayan bir belgeydi. Bu bir müzakeredir. Keşke hepsi bizim olsaydı diyelim ama Adaların da hepsi bizim olsaydı, Musul da olsaydı ama bu bir müzakere. Önceliklerinizi belirledikten sonra o müzakere içerisinde karşılıklı sizin ve onların verdiği tavizler vardır. En büyük çatlak, burada benim de gördüğüm burada Musul'dur. Ama Musul için de çok ciddi bir mücadele verildi.

Önce Boğazlardan başlayayım. Boğazlar konusunda mutlaka uzlaşılması gerekiyordu. Eğer Boğazlar konusunda Batı’yla uzlaşılıp bir ortak noktada buluşulmamış olsaydı bu barış alınamayabilirdi. Bu barış alınmamış olsaydı iş, savaşa gidecekti. Çünkü ordular hâlâ bekliyor, hazır vaziyetteler. Savaşa gittiğiniz noktada da artık belki kazandığınız bu Millî Mücadeleyi ve kazandığınız bu Anadolu coğrafyasını da yeniden riske atma gibi bir durum söz konusu olabilirdi. Çünkü siz sürekli 1854'den beri, 1877-1878, olmadı 1908'de ilhak, olmadı 1911'de İtalyan Savaşı, haydi 1912-13 Balkan Savaşları, haydi 1914-18 Birinci Dünya Savaşı. Yetmedi, nefes alamadan 1919-22. Sürekli savaş halinde bitik, yitik bir ülkeden bahsediyoruz. Ve cansiperane bir mücadeleyle kurtarılmış bir Anadolu var. Şimdi bu kurtardığınız Anadolu'yu, gönderdiğiniz yabancı güçlerle, işgalci güçlerle yeniden bir savaşa soksaydınız... Ben vermiyorum, Musul’u. Savaşıyorum. Siz savaşabilecek durumda değildiniz. Eğer öyle bir noktada olsaydınız mutlaka savaşırsınız tabii. Kaçınılmaz ise elbette savaşacaksınız ama sonuçları çok vahim olabilirdi. Çünkü ne insan kaynağı, ne para, ne top, ne tüfek anlamında, ne malzeme anlamında yeterli bir ülkeden bahsetmiyoruz. Dolayısıyla savaşı opsiyon dışı bırakmak istediğiniz noktada da uzlaşı gündeme geliyor.

Burada da sizin söylediğiniz gibi Ankara hükümetinin çıkarlarını tam anlamıyla realize eden bir Boğazlar Sözleşmesi değildi. Ama bu biliniyordu. Bu biliniyordu ve 1923'te imzalanan o sözleşmede biliyorsunuz Uluslararası Komisyon var. Askersizleştirdiler Boğazları. Yani Türk askeri barındırılamaz ve serbest geçiş. Herkesin gemisi elini kolunu sallayarak geçecek. Kimsenin kontrolünde olamaz. Şimdi bu sıkıntılı bir durum. Doğru. Fakat Cumhuriyet’in kurucu kadrosu bunu net biçimde gördü ve doğru zamanı kolladı. Doğru zaman da İkinci Dünya Savaşı'na gidiyordu dünya. Büyük bir kriz geliyor. İkinci Dünya Savaşı 1939'da başladı. Mustafa Kemal Atatürk de diyor ki 1936'da bunu yeniden görüşelim. Bak dünya krize gidiyor. Türkiye’yi yanınızda görmek istiyorsanız o zaman Türkiye'nin hükümranlık haklarını güçlendiren bir barışa imza atmamız lazım diyor. Konjonktürü doğru değerlendiriyor. Herkesle masaya oturuluyor. Ve bugün hâlâ geçerli olan ve Türkiye’nin hükümranlık haklarını tescil eden Montreux Boğazlar Sözleşmesi Lozanın yerine geçiyor.

Hatay her zaman anavatanın bir parçası olarak görüldü ve Atatürk sizin de bildiğiniz gibi çok mücadele etti, sağlığında görebilmek için. Sağlığında değil ama arkasından gelen kadrolar onun vasiyetini yerine getirdiler ve ölümünden bir yıl sonra bunu da Türk topraklarına kattılar.

‘MUSUL’UN ALINMA ŞANSI YOKTU’

Büyük çatlak Musul meselesidir. Musul da Misak‑ı Millî içindedir. Fakat dediğim gibi o günkü koşullarda alınma şansı yoktu. Bunu net biçimde söylüyorum: Yoktu. Ve şunu da söylemem lâzım. Hani sağda solda okuyorum, internette orada burada görüyorum. Şimdi herkes tarihçi ya da herkes her şeyi biliyor, yazıyor her şeyleri. Diyor ki: “Türkiye Musul’dan vazgeçti.” Hayır, Ankara Musul’dan vazgeçmedi. Ankara Musul için cansiperane bir mücadele verdi. Ben size dört tane örnek vereceğim:

Musul görüşmeleri Lozan’da İsmet Paşa ve Lord Curzon arasında cereyan ederken İsmet Paşa iki kişiyi görevlendirdi: Rüstem Bey ve Şevki Bey. Londra’ya gönderdi. Londra’daki şirketlerle görüşüyorlar. Neyle ilgili görüşüyorlar? “Biz size burada imtiyaz verebiliriz: Demiryolu inşa etmek; petrol aramak, çıkarmak, işletmek, satmak, fiyatlamak. Hepsini siz yapın. Ama toprağın, mülkiyetin bizim olduğunu tescil et. Toprak benim ama ben bir İngiliz şirketine bu imtiyazı veririm. Toprak benim, kabul et.” Tabii bu öğrenilince Lord Curzon kıyameti kopardı: “İsmet Paşa, arkamdan iş mi çeviriyorsun? Biz burada masada tartışıyoruz seninle. Nasıl gönderirsin?” Birinci çaba bu.

LORD CURZON: KÜRTLER O KAĞITLARI YER

İkinci çaba: Halk oylaması. Musul’da yaşayan insanlara soralım. Siz Türkiye’ye mi katılmak istiyorsunuz, yoksa İngiliz mandası altındaki Irak’ın bir parçası mı olmak istiyorsunuz? Çünkü Irak biliyorsunuz İngiltere tarafından işgal edildi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra mandater ülke olarak orayı yönetiyor. Soralım oradaki halka: Türkler var, Türkmenler var, Kürtler var. Hepsine soralım. Bunun üzerine İngilizlerin cevabı: “Hayır, böyle plesibit falan olamaz. Orada Kürt aşiretleri var. O Kürt aşirelerine soralım’ diyor İsmet Paşa, ‘kimden yana oy kullanacaklar?’ Lord Curzon, “Hayır, böyle bir şey söz konusu olamaz. Şimdi oylama hem masraflı, hem rantâbl değil: Eşekler bulacaksın; insanlar bulacaksın; kağıtlar bulacaksın; dağları, taşları çıkacaksın; o araziler çok yüksek; bilmem ne... Zaten bu kağıtlar; Kürtler bundan anlamazlar, -ifade böyle- bu Kürtler bu kağıtları yerler gibi şeyler söylüyor. Hâni Türkler barbar", "unspeakable Turks, gibi şeyler var ya onlar Kürtler için de aynı. Bunu yapamazsın’ diyor İsmet Paşa’ya. Ve bu plebisitin, halk oylamasının önünde duruyor. Ama ben bunun arka planını biliyorum. Çünkü ben yüzlerce, onlarca, binlerce istihbarat raporu okudum. İngiliz istihbarat elemanlarının bölgeden gönderdikleri, ajanlarının düzenli olarak gönderdikleri raporları okuyorum. Diyor ki o raporlar, eğer burada, Türkiye’nin bir plesibit yapmasına müsaade edersen, kendi rakamları bak bu, buradaki Kürt aşiretlerinin yüzde 99’u Türkiye’yi seçecek ve biz Musul’u kaybedeceğiz. Türkmenler zaten seçecek. Biz Musul’u kaybedemeyiz. İngiltere Birinci Dünya Savaşı’nı boşuna mı verdi? Musul petrolleri için verdi. Bu kadar İngiliz askeri boşuna mı öldü? Musul petrolleri için öldü. Dolayısıyla asla ve kat’a plesibit yapmasına izin verilemez dendi. Ve yaptırmadı. Bu ikinci çaba.

Üçüncüsü, çok bilinmez: İsmet Paşa dedi ki, Lord Curzon’a gitti: “Sayın Curzon, al sana a4 beyaz kâğıt, altını da imzalıyorum boş kâğıdın. Üstünü doldur, ne istiyorsan yaz; ben bunu imzalamaya hazırım. Delegasyon Başkanı olarak, hükümetim olarak!” Bir şok oldular. Dışişleri Bakanlığı’na gönderildi, Savunma Bakanlığı’na gönderildi, Sömürgeler Bakanlığı’na gönderildi, istihbarat birimleri ayağa kalktı. Üç gün tartıştılar. Genelkurmay, İngiliz Genelkurmayı üç gün tartıştı. Olumlu karar çıktı, imzalayacaklar. Kim bozdu kararı dersin? Lord Curzon. Ne diye bozdu? Lozan’dan bir rapor döşedi. Özü şu raporun. Dantel dantel, dehşet bir İngilizceyle. Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz askerleri öldü, bunlar Musul için de öldü. İngiliz askerlerinin kanı üzerinden politika üretemezsiniz. Asla verilemez dedi. Ve sonunda kabul etmediler.

‘OPERATION KURDISTAN’

Dördüncü çaba: Ankara Hükümeti dördüncü diplomatik hamleyi yaptı. Ara verildi görüşmelere. Yani koptu görüşmeler, 4 Şubat 1923’te… Delegasyon Türkiye’ye döndü. Meclis’ten 9 Nisan’da bir yasa geçti. Yasanın adı da Chester and Kennedy İmtiyazı. Chester İmtiyazı diye biliniyor. İmtiyazda şu var: İşte Musul, Kerkük, Süleymaniye, yani Musul vilayeti dâhilinde Ankara hükümeti demiryolu inşa edecek. Her türlü petrol, doğalgaz, işte ne varsa yeraltındaki zenginlikleri arama, çıkarma, işletme, satma hakkını Ankara Hükümeti Amerikalılara verdi. Bu Chester ve Kennedy iki amiral. Birinin soyadı Chester, diğerininki Kennedy. Bu iki amiralin şirketi var. Bunun üzerine kızılca kıyamet koptu. Diyorlar ki “Sen bize ait olan imtiyazı nasıl kalkıp da Amerikalılara verirsin.” İngiltere diyor ki İsmet Paşa’ya, “Bu imtiyazı Sadrazam Sait Halim Paşa 1914 yılında bize verdi” diyor. Bize derken, şirketin ismi de Turkish Petrolium Company. TPC diye geçiyor. Turkish Petrolium adı seni yanıltmasın, adından başka hiçbir şey Turkish değil. “Senin sadrazamın bu imtiyazı bana verdi, sen bana ait olan bir şeyi kalkıp Amerikalılara veremezsin.” İsmet Paşa “doğru” diyor; “Sadrazam size verdi. Fakat gözden kaçırdığınız birkaç nokta var. Bir: O İstanbul Hükümetinin sadrazamıydı. Biz İstanbul Hükümeti değiliz. Biz Ankara Hükümeti’yiz. İki: İstanbul Hükümeti size bu imtiyazı verdikten kısa bir süre sonra Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. Siz ve biz ayrı saflarda yer aldık. İnsan düşmanına böyle bir imtiyaz verebilir mi? Veremez. Üç: Biz size Musul, Misak-ı Milli sınırları içinde dedik ve biz buraya Misak-ı Milli’yi almaya geldik. Musul da bu sınırların içinde diye dedik ve bunu vermeyeceğimizi söyledik. Bunu biliyor olmanız lâzım. Siz burada illegal işgalci pozisyonundasınız. Çünkü siz, İngilizler, Mondros Ateşkesi’ne aykırı olarak burayı işgal ettiniz. Ateşkes imzalandı. İngiliz ordusu yürüdü ve işgal etti. Dolayısıyla siz burada işgalcisiniz zaten. Toprak bizim. Mülkiyet hakkı bende. Mülkiyet hakkı bendeyse, toprak da benimse, sen de burada illegal işgalcisin. Çünkü ateşkesi uygulamadın ve ona aykırı hareket ettin. O zaman bende istediğime de verebilirim, Amerikalılara da verdim gitti” dedi, Ankara Hükümeti. Bunun tabii faturası ağır oldu. Bunu asla kabul etmeyen İngiltere, çok gizli -Bu da çok bilinen bir şey değil- bir operasyonu devreye soktu: Operation Kurdistan. Çok gizli ama kimse bilmiyor. Bir kişi tepede, bir kişi genelkurmayda, müttefiklerin falan haberi yok. İki gün boyunca yoğun bir hava bombardımanı ile Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi bombaladılar. Aralıksız bombaladılar. Bak, 23 Nisan 1923’te ikinci yarı görüşmeleri başladı. 22 Nisan gecesi, saat 12’de operasyonu bitirdiler. 23 Nisan’da görüşmeler başladığında, yeniden masaya oturulduğunda Türklerin plebisit yapacak Kürdü kalmamıştı. Türkü kalmamıştı, Türkmen kalmamıştı. “Ha diyebilirsin hocam ne kadar adam gitti?” Bilmiyorum. Zaten bunu da bir belgede yakaladım. Yeni araştırmacılar gider bakabilirler. Kaç kişi öldü? Ne kadar öldü? Bunu da tesadüf eseri yakaladım zaten.

Aşiretler tamamen gitti yani?

Evet gitti, plesibit yapacak bir şeyleri yok yani. Çünkü plesibit yapılsa Ankara'nın alacağı belliydi. Dolayısıyla ne yaptı İngiltere? Burayla ilgili bir karar alınacaksa beni çiğneyerek alamazsın. Bu da dördüncü çaba.

‘ŞEYH SAİT İSYANI’NIN ZAMANLAMASI MANİDAR’

Beşinci çaba: Musul’u devre dışı bıraktılar ve anlaşmayı imzaladılar. Çünkü Musul kilit nokta herkes için. Biz vatan toprağı, Misak-ı Milli içinde diyoruz. O da diyor ki: “Ben de sana veremem; ben bu kadar askerimi boşa mı harcadım?” O da petrolleri için vermiyor. Çünkü Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz donanması kömürden petrole geçti. Petrol hayati önem arz ediyor. Dolayısıyla ikili görüşmelere bırakıldı. İkili görüşmelerde de Haliç Konferansı, Lozan imzalandıktan sonra ikili görüşmeler. Orada da tıkandı, gitmedi. Neye karar vermişlerdi? Milletler Cemiyeti’ne gitsin. Milletler Cemiyeti’ne neye karar verirse biz ona razıyız. Milletler Cemiyeti demek İngiltere demek. Türkiye üye bile değildi. Türkiye 1932’de üye oldu. Türkiye’nin lehine bir karar çıkması mümkün değil. Dolayısıyla Ankara Hükümeti ve Mustafa Kemal net biçimde görüyor: Yavaş yavaş gidiyor Musul. Lozan imzalandı, Cumhuriyet ilan edildi, devrimler geliyor arka arkaya, işte yeni bir kimlik, yeni bir devlet, yeni bir millet yaratma çabaları. Yeni değerler, kavramlar vs. O arada 1925 geldi ve Musul’a operasyon planlandı. Musul, bir sene sonra elimizden çıktı; 1926’da elimizden çıktı. Milletler Cemiyeti kararıyla, tek bir kurşun atılmadan, siyasî bir kararla Türkiye’den koparıldı Musul. Ve biz bunu görüyoruz. Yani Mustafa Kemal de dedi ki: “Musul’a operasyon planlayacağız.” Asker gönderildi, yığınak yapıldı. Tam Musul’a operasyon yapılacak. İki önemli gelişme var. Bir, paşalar Terakkiperver Fırka’yı kurmak için ayrıldılar. Ama en önemlisi Türkiye’nin güneydoğusunda Şeyh Sait İsyanı patlak verdi. Bir anda Türkiye kendi sınırları içinde rejimini korumak, kollamakla karşı karşıya kaldı. Çünkü daha rejim oturmamış, iki sene olmuş. Korumak durumunda kaldı. Musul’a sevk ettiği birlikleri içeriye çekti. İçerideki Şeyh Said, o da karşı devrimci bir hareket. Yani işte ilkelere karşı, sekülerizme karşı, laikliğe karşı, daha İslami bir çizgide devlet kurulması gerektiğini filan söylüyorlar. Ayaklananlar Kürtler ama Türkler de Türkmenler de var içinde hasbelkader. Kürtler ayaklanıyor ama bu daha çok karşı devrimci ayaklanma. İslamî bayraklar taşıyorlar. Malûm hilafet 1924’te kaldırıldı. Bu çok manidardır, yani “zamanlaması çok manidardır.” Tam siz operasyonu planlayacaksınız bir anda ayaklanma çıkıyor ve siz birlikleri içeri çekiyorsunuz; ayaklanmayı bastırıyorsunuz. Onlar yaptı, bunlar yaptı. Zamanlama manidardır. Buna dikkat çekmek isterim. İkincisi de yakalananların, isyancıların elindeki silahlarının tamamı İngiliz yapımıdır. Dolayısıyla oradan çıkmamak konusunda kararlı olan bir İngiltere var. Musul petrolleri konusunu da biliyorsunuz. Nihayetinde 1 sene sonra da Milletler Cemiyeti siyasi bir kararla onu Türkiye’den aldı, İngiltere’nin mandater ülke olarak yönettiği Irak’a verdi. Bize de 25 yıl süreyle petrol gelirlerinin yüzde 10’unu verdiler.

LOZAN’LA İLGİLİ NE OKUYABİLİRİZ?

Son sorum: Lozan Anlaşması’yla ilgili bildikleri okul yıllarından hatırladıklarıyla sınırlı olan okuyucular için, yani genel okuyucu için bir okuma listesi verseniz hangi kitapları önerirdiniz?

Ben bu vatandaşlar için yeni bir kitap yazdım. Ben aynı zamanda Atatürk Araştırma Merkezi Bilim Kurulu üyesiyim. Genel okuyucuya yönelik bir kitap benden rica edilmişti. Geçen 2023’te, Cumhuriyet’in 100. yılı için daha kolay okunabilen, genel okuyucuya yönelik bir Lozan kitabı yazdım. Orada okunabilir.

lozan-001

Tekrar Atatürk Araştırma Merkezi’nin bu konuda yayınlarına bakılabilir. Tabii ki Seha Meray’ın not tutanakları başucu eseri olmak zorundadır. Cemil Bilsel’in Lozan kitabı birincil kaynak olabilir. Atatürk Araştırma Merkezi’nin online sitesi var: atam.gov.tr. Oraya gidip oradan bakabilirler. Küçük küçük şeyler yayınlıyoruz her zaman. Onu takip edebilirler. İşte 19 Mayıs’ta, 23 Nisan’da 5 dakikalık minik podcastler oluyor. Bilim Kurulu üyeleri hazırlıyor. Oraya üye olup takipedebilirler.

‘ŞARK MESELESİNDE SON SÖZÜ TÜRKLER SÖYLEDİ’

Son söz olarak şeyi de söyleyeyim. Bu anlaşma çok önemli. Çünkü bir tarihî hesaplaşma vardı. Şark meselesinde, Osmanlı’yı dağıtarak son sözü söylediğini düşünen Batı’ya, son sözü Türkler söyledi. Milli Mücadele’yle ve arkasından gelen Lozan’la, diplomatik zaferle son sözü Türkler söyledi. Türkler bu coğrafyada tutundular. Dediğim gibi çok önemlidir: Kurucu belgedir, Türkiye’nin doğum belgesidir, tapusudur. Artık adın ne derseniz deyin. Tapunun ne olduğu belli. Bir evin, bir şeyin size ait olduğunu ispat ediyor. Bu da bu ülkenin size ait olduğunuzu ispat eden bir belgedir. Türkiye’nin uluslararası alanda millî bir devlet olarak tanınmasını sağlayan anlaşmadır. Birinci Dünya Savaşı’nı son veren barış anlaşmaları yerle yeksan olmuşken tek ayakta kalan, geçerli olan anlaşma Lozan Anlaşması’dır. Bugün de hâlâ geçerlidir. Sağından solundan çekiştirilmeye çalışılıyor. Ama her zamankinden daha fazla sahip çıkılması gereken bir anlaşmadır. Çünkü bu oturduğunuz toprakları size vatan kılan bir anlaşmadır.

YORUMLAR (5)
5 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN