Taner Ay’dan bir inhitat romanı

Taner Ay’dan bir inhitat romanı

Yazar Taner Ay’ın ‘Yaralı Gönül’ romanı, 1984 Yayınevi’nden çıktı. Ay, romanında bize Türk Edebiyatı’nın ‘old-school’ yazarları gibi bir üslupla geliyor, terimleri, Türkçe’yi kullanış tarzı ve yetkin hayat bilgisi, eksikliğini çok zamandır hissettiğimiz tarzda bir edebi evrene taşıyor. En değerli tarafı ise 20. yüzyıl Türkiye tarihi ve sosyolojisine herhangi bir tarafa, milliyete, mihrağa ya da etnisiteye ayrıcalık tanımadan, romancı nesnelliği içinde yaklaşıyor olması.

HİKMET TEMEL AKARSU

Taner Ay, yarım yüzyıla yaklaşan bir süre öncesinden yitmiş gitmiş gençliğimizden gelen bir ses. Onu 80’li ve 90’lı yıllardaki avangard tarzı ile tanıdık. ‘Marsyas’ın Cesetleri’, ‘Metruk Zamana Seyahat’, ‘Rock ve Şiddet’, ‘Riminili Federico Fellini’ gibi eserleri ile edebiyata hızlı bir giriş yapmıştı. Fakat takip eden yıllarda uzun süren bir sessizliğe gömüldü. Uzun süre çok önemli bir kuruluşta ceza avukatı olarak üst düzey görevlerde bulunan Taner Ay emekli olduktan sonra edebiyata hızlı döndü. Art arda yayınladığı edebiyat incelemeleri, denemeler, anı kitapları, dergi yazıları ile güncel edebiyat ortamında güçlü bir dalgalanma yarattı. ‘Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler’ I. ve II. Kitapları, 1984 Yayınevi’nden çıkan deneme kitabı Rüzgâra Yazanlar edebiyatın derin sularını sevenler için harika bir okumalıktı. Gazete ve dergi yazıları da keza edebiyat gündemini belirleyecek düzeydeydi. Soluklaşmış, ruhunu arayan, ekonomik çöküşle heyecanını kaybetmiş ve itilmiş edebiyat dünyasında bunlar birer yıldız gibi parıldadı. Hulâsâ bizler Taner Ay’ın o naftalin kokan, üslupçu, hatırşinas, mufasssal ve ‘fanatik düzeyde’ (?!) araştırma içeren incelemeleri ve denemeleri ile haşır neşir olurken o, bu sefer bir romanla çıktı geldi: Yaralı Gönül.

‘Yaralı Gönül’, iki buçuk ayda yazılmış 183 sayfalık kısa bir roman. Fakat hem zengin içeriği hem de taşıdığı edebî kaygılar dolayısıyla tüm senenin edebiyat seçkisine renk katacak düzeyde. Taner Ay dört nehir roman olabilecek bir yazınsal malzemeden yola çıkarak kısa bir roman yazmış. Malzeme bolluğu ve el attığı konular 20. yüzyıl Türkiye’sinin aşağı yukarı bütün paradigmatik sorunsallarına, tarihsel travmalarına ve sosyal problematiklerine parmak basıyor. O yüzden de oldukça yoğun bir roman. Yazarın üslubu dolayısıyla, girdiği bazı temalardaki aşırı detaycı yanı eseri daha da katmerleştiriyor. Aslında romanın strüktürü Diruhi, Mazhar, İsmail Safa ve Suat Hanım adlı roman kahramanlarının birer uzun öyküsünden oluşuyor. Her biri söz konusu bu kahramanların bir tanesini odağa alarak yazılan uzun bölümler birleşince yazınsal ‘puzzle’ın şifreleri de çözülmüş oluyor.

29kr08-res1.jpg

CEPHEDEN CEPHEYE SAVRULAN HAYATLAR

Konuya kısaca göz atacak olursak öykünün 20. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde yaşanan trajedilere ilişkin olduğunu görüyoruz. Âşık olduğu Ermeni kızın, kendi erkek kardeşine abayı yaktığını öğrenen bir Türk Teşkilat-ı Mahsusa subayı, tehcir sırasında yetkisini aşarak genç kadının dahil olduğu kafiledekileri öldürüp kadına tecavüz eder; fakat bir yandan da hayatını kurtarıp onu bir Kürt’e emanet eder. Daha sonra iki kardeşin hayatları cepheden cepheye savrularak geçerken genç kadın emanet edildiği kişi tarafıdan aşağılanarak onun ‘haremine’ (!) dahil edilir. On yıllar boyunca süren parçalanmış savrulmuş hayatlar çok tuhaf mecralarda bazen en olmadık şekillerde kesişir. Paris’te, İstanbul’da, Fransız Guyanası’nda, Buenos Aires’te, Urfa’da, Halep’te, Beyrut’ta, Edremit’te vs. Taner Ay, romanında bize Türk Edebiyatı’nın ‘old-school’ yazarları gibi, Ahmet Mithatlar, Abdülhak Şinasi Hisarlar, Mithat Cemal Kuntaylar, Halit Ziya Uşaklıgiller gibi bir üslupla geliyor ve onun terimleri, Türkçe’yi kullanış tarzı ve yetkin hayat bilgisi, eksikliğini çok zamandır hissettiğimiz tarzda bir edebi evrene taşıyor bizi. Okurken kimi zaman sözlük kullanmak gerektiğini de itiraf edelim. Hele hele kimi ayrıntılarda yazarın adeta Ahmet Mithat Efendi gibi bir detayın peşinden kopup gitmesi olayların derinliklerine dalması, hikâyeden uzaklaşması çok hoş. Kitabın belki de en değerli tarafı 20. yüzyıl Türkiye tarihi ve sosyolojisine herhangi bir tarafa, milliyete, siyasal gruba, mihrağa ya da etnisiteye ayrıcalık tanımadan, romancı nesnelliği içinde yaklaşıyor olması.

ÇANAKKALE’DEN FRANSIZ GUYANA’SINA ZENGİN DETAYLAR

Hikâye kısaca özetlendiğinde oldukça sade ve kolayca anlaşılır gibi gözükmektedir. Ancak gerek Taner Ay’ın detaycı anlatımı, gerek ‘naftalin’ kokan özgün üslubu, gerek hukukçu yanından dolayı sahip olduğu insanlık durumları hakkındaki engin bilgisi ve gerekse de ele aldığı konular açısından bakıldığında, büyük bir zenginliğin son derecede yoğun bir anlatı biçemine yedirildiği görülmektedir. Taner Ay, Çanakkale Savaşı sırasındaki bir çıkartma ‘sekansı’ ile girdiği romanda tehcir, Fransız Guyana’sında mahpusluk, Arjantin’de göçmen olmak, Sakarya Meydan Muharebesi, İstanbul’daki Rum çetecilere karşı gayrı nizami savaş, Urfa’da ağır ceza reisliği, Paris batakhanelerindeki dekadan yaşamlar vs. gibi ortamlara sokup çıkarıyor bizi. Her birinde de inanılmaz bazı detaylara ve normal bir hayatta asla vakıf olunamayacak bilgi ve deneyimlere ortak oluyoruz. Yazarın Fransız Guyanası’ndaki kürek mahpusluğunu anlatırken sergilediği detaycılık şaşırtıcı zenginlikte. Bunu Paris batakhaneleri ya da Buenos Aires diaspora dünyasını anlattığı bölümlerde de görebiliyoruz. Hangi muharebede kaç kişinin öldüğü, kaçının yaralandığı, kimin başına neler geldiği adeta adrese teslim bir şekilde, küsuratı ile verilen ilginç bir anlatı. İnsan bu ayrıntılar hiç bitmesin istiyor.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN