Körlük salgını ve koronavirüs
Roman, kırmızı ışıkta duran otomobil sürücüsünün birdenbire kör olması ile başlıyor.
Bir kişi onu göz doktoruna götürüyor, göz doktoru kör oluyor. Sonra götüren adam kör oluyor. Doktorda çalışan hemşire kör oluyor….vs Kısa sürede anlaşılıyor ki, “körlük salgını” var.
Portekizli yazar Jose Saramago’nun 1998 Nobel Ödülüne layık görüldüğü, filmi de yapılan romanı bu: Körlük.
Roman körlüğün salgın haline geldiği bir toplumda yaşananları anlatıyor.
Koronavirüs salgını ortamını yaşıyoruz. Daha önce de benzer salgınlara maruz kaldı dünyamız. Ama Körlük romanını okuduktan sonra koronavirüs türü salgınların körlük salgını yanında çocuk oyuncağı kaldığını düşünüyorsunuz. Romanda, görmeyenler arasında gören ama gördüğünü gizleyen birisi de yer alıyor ki, bu da “görebilme”nin insan için nasıl olmazsa olmaz bir değer taşıdığını gösteriyor.
“Körlük salgını”nın nasıl bir insanlık manzarası ortaya çıkaracağını görmek için romanı okumanız lazım. Bugünlerde iyi gider.
Ama sonuçta ondan çok daha sınırlı tahribata yol açan koronavirüs salgınının tüm insan varlığını nasıl bir savruluş içine sürüklediğini bizzat yaşayarak gözlemliyoruz.
Sonunda bir virüsten söz ediyoruz. Minicik bir varlıktan. Birdenbire tüm dünyanın gündemi oluyor. Tüm tıp alemi seferber oluyor. Tanıyıncaya ve karşıt güç geliştirilinceye kadar binlerce insanı yere seriyor. Dev ülkelerde sokaklarda in-cin top oynar hale geliyor. Sokakları teslim alıyor koronavirüs. Ekonomileri çatırdatıyor.
Acaba kimyasal bir savaşla mı yüz yüzeyiz?
İnsanoğlunun elinde o savaş aletleri de var çünkü. Bir çılgın çıkıp insanlığın köküne kibrit suyu dökebilir… Bilim kurguları yapıldı.
Ne de olsa atom bombasını kullandı insanoğlu insana karşı… Altta bebelerin, savaş dışı insanların 15 saniye içinde buharlaşacak olmasına bakmadı.
Çılgınlaşabilir insanoğlu.
İnsanın nereye doğru gittiğine bakmak lazım.
Koronavirüse karşı tedbirler sıralanıyor ya… Bunların tamamı insanın kendine ve ötekine karşı sorumluluğu ile ilgili şeyler. Kendi canımız söz konusu olduğu için burada belki biraz da bencilce duyarlılık gösterebiliriz.
Ama problem, böyle yumurta kapıya geldiğinde harekete geçen duyarlılıkla halledilecek gibi değil.
İnsanoğlunun küresel çapta müthiş bir hareketlilik yaşadığı bir çağda, “küçük bir yanlış”ın küresel çapta yıkıma dönüşme riskini hep birlikte görüyoruz.
Rahmetli Kemal Ural Bey’in “Küçük Şey Yoktur” isimli bir kitabı vardı. Tam da o. Kelebek etkisi deniyordu ya. Tam da o. Çin’den çıkıyor bir adam, İtalya’yı tutuşturuyor. Kozalak yangını gibi… Kimse artık Çin’de oldu, bu yangın bize ulaşmaz demiyor? Avustralya yandı, develer yok edildi, bize olmaz demiyor kimse.
İnsan olarak yaradılışa – yaradılmışa karşı işlediğimiz günahlara bakmamız lazım. Havaya, suya, ağaca, kuşa, göğe yere…. Neyi ne kadar nasıl tüketiyoruz, ne kadar kirletiyoruz, ne kadar temiziz?
“Körlük” romanı, insanın bir noktada iç körleşmesinin bizzat kendi çıktıları ile nasıl bir bataklıkta boğulacağını da anlatıyor okuyucuya.
Kendi çıktılarımız…
Buna bakmamız lazım. Ne veriyoruz evrene? Artı mıyız, eksi mi? Katma değer mi sunuyoruz, değer mi eksiltiyoruz?
AHLAKI ISKALAMAMAK:
Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan öncülüğünde kurulan partilerin Ak Parti cenahında kaygıyla ve tepkiyle karşılanması beklenebilir. Sonuçta partiler oya talip olurlar ve her iki partinin öncelikle Ak Parti tabanında kaymalara yol açma ihtimali vardır. Kaygının tepki doğurması da tabiidir.
Bizim siyasette tepkilerin ucunun nerelere varacağı aşağı yukarı Salı – Çarşamba günleri sergilenen dilde görülüyor. “Şerefsiz, ahlaksız” gibi kelimeleri kullanırken kimse kimseyi sakınmıyor.
Şunu belirtelim: Meydana çıkmışsanız eleştirileceksiniz. Memlekete ne verecek, ne vermeyeceksiniz, bunun tartışılması kadar tabii bir şey olamaz.
Ancak tam da orada “ahlakı ıskalamamak”tan söz ediyorum. Bel altı vuruş yapmamaktan, bazı sınırları korumaktan…
Hele “muhafazakar dünya”dan konuşuyorsanız… Ahlakı muhafaza etmiyorsanız, neyi muhafaza edebilirsiniz ki? Mesela “Koronavirüs Türkiye’ye Babacan’ın partisi ile geldi” gibi bir yazı başlığında ahlakın kırıntıları var mı? Ya da “Davutoğlu ve Babacan’ın partileri koronavirüs kadar ilgi çekmiyor” gibi bir yazı başlığının?
Haaa, “Bunlar bize yakışıyor” gibi bir yaklaşım söz konusu ise diyecek bir şey yok.