Prompter uçar doğaçlama kalır
"Anadolu'nun fısıltıya dönüşmüş seslerinden armonik bir gök gürültüsü çıkaran adam..."
Dünya medyasında Hasan Saltık için kullanılan tanımlardan biriymiş bu. Anadolu Ajansı'nın, mart ayında Saltık'la yaptığı uzun röportajdan öğrendim.
Ani vefatından kısa bir süre önce Saltık'la konuşmuşlar. Malum olmuş gibi.
Kalan Müzik'in 30 yıllık macerasını anlatıyor. Dolu bir söyleşi.
Gazete Duvar da 27 yıl önceki bir söyleşisini verdi. Saltık'ın daha baştan sağlam bir vizyonla müzik dünyasına girdiğini görüyorsunuz orada.
Kalan Müzik niye bol kazandıran piyasa müziğine iltifat etmedi, gelgeç pop furyalarına katılmadı?
Çabuk ve çok satan saman alevi, sabun köpüğü plaklar, kasetler, CD'ler basarak kestirmeden doldurabilirdi kesesini.
Saltık, kolay para kazanmayı bilmiyor değildi, elinden gelmiyor değildi...
Onunki, bir prodüktörün bilinçli seçimiydi. Ticari bakmak yerine, kalıcı ve sürekli de olsa ağır satan, hemen paraya çevrilmeyen yapımlara talip oldu. Nedenini, bu ropörtajları okuyunca daha iyi anlıyorsunuz.
Müzik sektörünün nasıl batırıldığının, bugünkü ucuzluk ve sığlık çıkmazına hangi kafayla sürüklendiğinin, ne şekilde çoraklaşıp çöktüğünün de hikayesi bu.
Kalan Müzik, popüler kültür çarklarının dışladığı, star esnaflığının kenara ittiği, dezavantajlı ama nitelikli, kaliteli müzik zevkine hitap etti.
Piyasa modasıyla rekabete girmeyen, bu sebeple de aleladeliğe yenilen usta ses ve sazları bulup dinleme zevki ölmediyse...O istek büsbütün körelmediyse...Yüksek sanatsal içerik ve yorum hala talep, ilgi görüyorsa...Bunda Kalan Müzik albümlerinin katkısı inkar edilemez.
"Anadolu'nun ses hafızası"nı zengin çeşitliliğiyle ortaya çıkaran arşivin arkasında yine Saltık'ın arkeolojik kazıları var.
Kaderin cilvesi, 2 Haziran Ahmed Arif'in 30. ölüm yıldönümüydü.
Hakkını teslim için hatırlattığım röportajlarında Saltık, ondan da bahsediyor.
Ahmed Arif'in şiirlerini seslendirdiği "Hasretinden Prangalar Eskittim" albümünün yapımcısı çünkü.
Saltık'ı önce uyarmış Ahmed Arif, "Toplatırlar" demiş. Zaten kitabının 12 Eylül'den sonraki baskısında şiirlerinin kimi sözleri değişmiş, sansürlenmiş...
Neyse ki Saltık diretmiş de Ahmed Arif'in kendi sesinden o şiir albümü kaldı bugüne.
Ahmed Arif, şiirlerini dikte eder gibi kaleme alan bir şair. Halk ozanı olarak tanınmak istiyor zaten. Kağıda, üstünde uğraşarak geçirmiyor; zihninde tamamlıyor.
Onun için sesinden dinlemeseniz bile okurken duyar gibi olursunuz. Yazılı sözcükler, gür nidalara dönüşür dizelerinde.
Üslup dehası Cemil Meriç de öyledir, satırlarından tok bir doğaçlama sesi yükselir. Konuşuyor gibi yazdığından değil, konuşarak yazdırdığından.
Oturup kendi yazsa yine aynı etkiyi uyandırır mıydı, sanmıyorum.
Sözcükler, yazarın zihninden kağıda ulaşıncaya kadar yolda önleri kesilir, otosansürcüleriyle karşılaşırlar. Başladıkları gibi bitmez, düzeltilirler çoğu zaman.
Fakat Ahmed Arif'le Cemil Meriç'in anlam dünyasında çakan şimşekler, kayba uğramadan olduğu gibi yansır sözlerine. Gürleyen sesleri, satırlarında capcanlı yankılanır. Kelimeler, akıllarında belirdiği ilk andaki sertlik ve berraklıkla ok gibi çıkar ağızlarından.
Üsluplarındaki sarsıcı, göz alıcı parlaklık, doğaçlama doğallığından geliyor.
Kağıda uzayan mesafede tavsamaz, yumuşamaz, yapaylaşmaz söyleyecekleri. Araya lafı dolandıran, fazladan sözcük karışmaz.
Meriç'in yazdırması, gözlerini yitirmenin getirdiği bir mecburiyet.
Ahmed Arif'i doğaçlamaya yöneltense koçaklama ve lirizm tutkusu. Şiirini kağıda aktarırken coşkusundan, ritminden, yoğunluğundan, keskinliğinden kaybetmesin diye.
"Anadolu'nun fısıltılarından armonik bir gök gürültüsü çıkaran"lar, "ses hafızası"yla konuşuyor.
'Söz uçar yazı kalır', doğru. Ancak 'bu kubbede baki kalan da hoş bir sada'dır nihayet.
Kendi sesinden doğaçlama sözle ağızda eğreti duran emanet söz bir olmuyor.
Prompter belagatinden çıkar mıydı böyle güçlü ve kalıcı sözler!