Sürgündeki yazar Refik Halid Karay
Refik Halid’in “Eskici” hikâyesini bilirsiniz. Anası ve babası ölen bir Türk çocuğunun İstanbul’dan Hayfa’ya gönderilmesini, orada bir ayakkabı tamircisi Türk’le karşılaşmalarını, memleket ve dil hasretini anlatan hüzünlü bir hikâyedir. Memleket hasretini anladık da ‘dil hasreti’ olur mu demeyin! Olur! Kim, dilindeki ana sütünün kokusunu özlemez ki! Bu hikâyede “Bir kabahat ettik de kaçtık” deyip küçük Hasan’a sarılan ve ağlayan ayakkabı tamircisi Refik Halid’den başkası değildi.
Hayatının büyük bir bölümü, önce 1913-18 yılları arasında Sinop, Çorum, Ankara, Bilecik’te sonra 1922-38 arası Cünye ve Halep’te sürgünde geçti. Sinop’a sürülmesi, İttihat ve Terakki’ye muhalefet etmesi, Suriye’ye kaçışı ise Milli Mücadele aleyhine yazılar yazması sebebiyledir. Hatıralarından ve kimi mektuplarından anlaşılacağı üzere İttihat ve Terakki’ye olan husumeti sonra da devam etmiştir. Millî Mücadele aleyhinde olması da bu husumete bağlanır.
Bu yazıda Refik Halid’in, o yıllarda aynı coğrafyada -Cünye’de- sürgünde bulunan 150’liklerden şair Rıza Tevfik’e (Bölükbaşı) yazdığı mektuplardan bahsedeceğim. Abdullah Uçman’ın “Aziz Feylesofum Refik Halid’den Rıza Tevfik’e Mektuplar” (Dergâh Yay. 2014) adıyla yayıma hazırladığı eserde Karay’dan Rıza Tevfik’e 1924-1943 yılları arasında yazılmış mektuplar bulunuyor.
Mektuplardan anlaşıldığına göre yazar, sürgündeki ilk yıllarında kimi isimlere, Cumhuriyet’in kurucu çevresine hatta Atatürk’e de öfkeli ve sitemkârdır. Meselâ daha 19 Teşrin-i sani 1924 tarihli mektubunda Cumhuriyet’in kurucu kadrosuna “İtişip boğazlaşıyorlar. Karîben (yakında) kan dökmeleri de melhuzdur (beklenir). (s. 16)” der 1926’da “Ricâl-i hâzıraya uzaktan Ye’cüc Me’cûc seyreder gibi hayretle (…) bakmaktayım (s. 22)” diye yazar. Halep’te çıkardığı “Doğru Yol” gazetesini “Kemalistlerin Cumhuriyet ismi altında yaptıkları ihtilâl ve zulüm hükûmetine aleyhtar (s. 25-26)” olarak tanımlar. 3 Temmuz 1933’te affedilmesine karşı olabileceklerini düşündüğü Kılıç Ali, Kel Ali ve İsmet İnönü’ye karşı ifadeleri de serttir (s. 111). “Akşam” gazetesini çıkaranlara “finolar” der (s. 31). Ahmet Emin Yalman’la “otomobil lastiği komisyonculuğu” (s. 32) yaptığı için alay eder, “Yahudidir, emin ol, bu Emin, lastikçilikte de zengin olur” der. Hüseyin Cahid “rezil”dir, “Cavid’in başını yedikten sonra Mustafa Kemâl’in baş tâcı olacağını sanmıştı[r]... (s. 32).” Falih Rıfkı ile Ruşen Eşref’in, Türkiye’ye dönmesini engellemeye çalıştıklarını iddia eder. Oysa Falih Rıfkı “zindandan kurtardığı…” kişidir (s. 31). Ona öyle öfkeli ki, bir başka mektubunda “Cibalı imamının ferzend-i me’bûnu” diyor (s. 111). Yakup Kadri hakkında kullandığı “Veremdir, gebermesin diye kuvvetle beslediğim Yakup Kadri…” (s. 31), “bu hasta herif her türlü dostluk ibrâzı hasletlerinden muarrâdır (uzak); her eski aile çocuğu gibi mütereddi (yozlaşmış) ve faziletsizdir” (s. 110) ifadeleri de yenilir yutulur değil!
Bu satırlar, başlarda yeni idareye muhalif bir tavır takındığını, kimi kişilere bir sürgünün ruh hâli içinde öfkeli olduğunu gösteriyor. Ama bu öfke sonra giderek dinecek hatta daha başlarda Atatürk döneminin bazı inkılâplarını -örneğin harf inkılâbını- “…senin Lâtin hurûfunu kabul edip etmemek hakkındaki mütalâana vukuf kesbetmek arzusunda olduğumu söylemek istiyorum. Ben esas itibariyle kabule mütemayilim.” (s. 25) sözüyle destekleyecek, lâikliği “Kemalistlerin lâikliği işime gelir” (s. 64) diyerek övecek, yeni rejimi “… hakikaten ben, yeni Türk rejiminin harikülâde icraatı ve muvaffakiyâtı karşısında, kraldan ziyade kralcıyım (s. 144)” cümlesiyle destekleyecek, affının “münhasıran Atatürk’ün arzusuyla” yapılmasına çok sevinecek; sevincini “Yaşasın Atatürk!” (s. 159) sözüyle ifade edecek, afla Türkiye’ye döndükten sonra hükûmeti “pek vakur ve kibar” (s. 163) bulacak, “Ankara’ya hayran” (s. 160) kalacaktır.
Mektup bunlar! Daha çıplak, mahrem ve fevri... Vatanından ayrı kalmış, gurbetteki muhalif bir yazarın sürgün hayatını, ruh hâlini, öfkesini, kırgınlıklarını, siyasi tavrını ve kimi şahsiyetlere dair duygularını yansıtıyor. Affedilince öfke diniyor, daha temkinli... Ama ben sonra Karay’ın asıl Orhan Kemal’in babası Abdulkadir Kemalî Bey’le ilgili düşüncelerinden, bir de Rıza Tevfik’in bir baba olarak çocuklarının öz kültürden kopuşlarına dair samimi itiraflarından bahsetmek istiyorum.
