İktidar gidici midir?

Pek çok varsayım ve tahmine rağmen, Türkiye’nin, siyasi düzen bakımından yarınlara nasıl ilerleyeceğini bilmiyoruz.

Ülke oldukça sert ve muhtemelen sanıldığından dirençli olan bir iktidar çekirdeğiyle karşı karşıya.

Tohumları 2015’te atılan, 2016 darbe girişimiyle siyasi, 2017 referandumuyla kurumsal yapısı çatılan Erdoğan rejimi veya “devlet-muhafazakar-ulusalcı” ittifak, ülkenin siyasi tekerrür öyküsünün kimi sınırlarını aşmış bulunuyor. Yıllardır çatışma halinde “muhafazakar” ve “modern” otoriter eğilimler arasında, bu denli yakın ve süreli, toplum ve gelecek tanımlayan güvenlikçi temalar üzerine kurulu, bir iş birliğini bu şekliyle ilk kez yaşıyoruz.

Askeri akvitizm, güçle tam özdeş siyaset algısı, siyasi hükümranlıkta keyfilik, bu çerçevede yaşanan anayasal yapılanma, bir süredir Türkiye’yi vesayetçi Ortadoğu modelinden uzaklaştırıp, çoğunlukçu ve seçimli otoriterliği dayalı bir Kafkas modeline sürüklüyor.

Gülen ayaklanmasının ürettiği devlet denetim kavgası, Suriye infilakı ve Kürt sorunun seyri, bunun varsayılan dış aktörleri, bu geçişin konjonktürel altyapısını oluşturdu. Bunun etkisi hala sürmektedir. Koruma ve büyüme fikrine dayanan, vesayetçi asker rüyasına gönderme yapan, kimlikçi tutumda “milliye” doğru bir ray değişikliğine işaret eden Mavi Vatan gibi iddialarla, güç tahkimatı politikalarıyla önemli bir grup seçmeni doğrudan ya da dolaylı hala kuşatmaktadır.

Kafkas modeli Türkiye için hem yeni, hem toplumsal destekle tezahür eden bir durumdur.

Ülke, bu noktaya, açık hile ve dayatmayla değil, seçimler ve referandumlarla seçmen tercihi üzerinden ulaştı. Bu yol, kimlik meselesinin taşıyıcılığı bakımından Rusya’da, Çin’de olanları andırmıyor değil. Nitekim, 2015-2016 geçişi, tehdit eksenli iklim, bu çerçevede kültürel-dindar kimliğin başka taşıyıcı bir kimliğe ‘milli-yerli” kimlik olarak anılan algıya bırakmasına zemin hazırladı.

Başka ekonomi politikaları ve Kürt siyaseti olmak üzere, kimi girdiler, iktidar bloğunda erozyona yol açmasına rağmen bu desteğin ortadan kalktığını söylemek mümkün değil.

Yüzde 20 civarındaki kararsız dağıtılsa da, dağılmasa da AK Parti CHP’nin 10 puan önünde 1. Parti durumunda. Erdoğan cumhurbaşkanlığı seçimleri için yüzde 35-36’yla en güçlü aday. İktidar ve muhalif bloklar arasındaki fark, belki ikincisinin lehine açılıyor, ancak seyir çarpıcı değil. Son çalışmalara göre “oy vermeyecek” yüzde 8’lik seçmen grubu bir kenara bırakılırsa, kararsız seçmenin gerçek oranı yüzde 13. Bunların yarısını AK Parti, 2/3’nü iktidar bloğu seçmenlerinin oluşturduğu dikkate alınırsa, çarpıcı olmayan fark daha da tartışmalı hale geliyor.

Muhalefet koridorlarında esen, “Erdoğan yeni yol arıyor, kaybedeceğini biliyor, uzlaşma peşinde tarzı” okumalar tümüyle kendi mahallerinde duydukları davul zurna sesleriyle ilgilidir.

Özetle baş başa bir durum var.

Bunun bir de sonucu var: Erdoğan’ın, ittifak içinde olduğu aktörlerin, anti-Kürt tutumdan, içişleri ve savunma bakanlığı hükümranlığı ve bu çerçevedeki güç paylaşımı modelinden vazgeçmesi için bir neden yok. Atacakları adımlar, mevcut modelin esasını bozmadan oy toplamaya yönelik girişimlerden ibaret olacaktır.

Sadede dönelim.

Rejimin niteliği bakımından yapılacak ilk seçimler gerçekten hayati olacaktır.

Erdoğan’ın bir kez daha cumhurbaşkanı seçilmesi halinde mevcut Kafkas modelinin daha derinleşeceği, sıradanlaşacağı, desteğini arttıracağı açıktır.

Bu bakımdan muhalefetin her kesimi, her hamlesi birbirinden önemlidir. CHP’nin ve HDP son hamleleri bu bakımdan hayatidir.

Anketlerde yüzde 50’leri aşan iktidar karşıtlığını, muhalefetin efektif oyu olduğunu düşünmek büyük hatadır.

YORUMLAR (106)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
106 Yorum