Ve bilimin adamları bilimi yarattı!
Geçen hafta ben, bilim dedikleri heyulaya saldırınca neler oldu neler. Meğer bu bilimin adamları varmış. Ah ne büyük yanılgı, ne büyük halüsinasyon. Bilim, adamlarını üzerime saldı. Yani saldıranlar öyle anlatıyor. Emir büyük yerden imiş. Kutsallarına saldırmışım. İyi de kutsal diye bir şey yok ki. Siz nerden türediniz be hey köftehorlar dedim. Hem bilim, hem kutsal! Hay maşşallah!
***
Ne bilimden ne adamlarından ne de kutsallıklarından korkuyorum. Ellerinden bir şey gelebileceğini aklım kesmiyor. Elbette Türk üniversitelerinde sistemin daha kuruluşundaki yanlışlarından dolayı ilim, bilgi, irfan, science yolunda arayış mücadelesini sürdürmek için gecesini gündüzüne katan; bilgiyi arayış macerası adeta zindanlarda envai çeşit işkencelerle inim inim inletilen mazlum, mağdur mahkumların haletine benzer bir acıya dönüşen bilgi ve bilgelik emekçilerine hürmet ediyor, bilim ve bilimselliğe karşı çıkışımda onların hakkına girmek gibi en ufak bir niyetimin olmadığını beyan ediyorum. Onlar elbette bilirler, hatta benden daha iyi bilirler Bilim Puthanesinde ne gibi fecaatler yaşanmaktadır. Allah onları bu gözü dönmüş takımdan korusun.
Türklerde bilim yoktu, iyi ki de yoktu yazdım. Bir bütünlük içerisinde bakmadan, belki de ilk defa o yazımızı okuyan köşemizin takipçisi olmayan kimi okuyucular saçmaladığımı yazmışlar. Hatta bir okuyucumuz, kendisi için çok üzüldüm, değerli hocamız İhsan Fazlıoğlu’nun çalışmalarına bakmadan saçmaladığımı, muazzam bir bilim tarihimiz olduğunu, bunu nasıl inkar ettiğimi, Türk Bilim tarihine hakaret ettiğimi, cehaletimi ortaya koyuverdiğimi yazmış.
Oysa benim yazılarımdaki hareket zeminim; kelimelerin etimolojisini, ekini, kökünü, kelimedeki tüm seslerin mana ile ilişkisini irdelemek. Başkaca bir zeminim yoktur. Bilim kelimesine, evet, karşı çıktım; bu sapık çağda kabahatimin büyüklüğünü biliyorum, eyvallah ama Türklerde ilmi çalışmaların olmadığını söylemedim. Bilim kelimesinin 80 yıllık bir geçmişi olduğunu, 80 yıl öncesinde bilim diye bir kelimenin bulunmadığını yazdım. Bu köksüz kelime ile yola çıkmanın yolumuzu bereketsizleştireceğini, yolumuzu karartacağını ifade etmeye çalıştım. “Bilim” ve “bilimsel” kelimelerinin kurgulanışındaki yanlışlık bilgi ile ilgili çalışmaların kurumlaşmasına da, o çalışmaların kendisine de ciddi şekilde zararlı yönde tesir ediyor. Batıdaki ve modern dünyadaki “science” eleştirilerini elbette ayrıca kıymetli buluyorum. Değerli okurlarımdan rasyonalist, pozitivist, modern “Science” karşıtlığım ile köksüz, sapkın bir kelime olan “bilim”e karşı çıkışımın birbiri ile karıştırılmamasını rica ederim. Şunu da vurgulamalıyım ki bu köksüz yol tercih edilirken elbette garbzedelerimiz, Batı aşıklarımız rasyonalist “science”ten itikaden ciddi derecede etkilenmişlerdir. Ama batıdakiler bir kelime uydurmaya kalkışmamış, tabii bir kelimenin içini ifsad etmiş iken bizimkiler güzel bir kelimeden bir ucube yaratarak kelimenin tam anlamıyla muazzam bir ucubenin nesilleri mahvetmesine yol açmışlardır.
***
Güzel tevafuk. Çarşamba günü Cağaloğlu’nda Recep Alpyağıl Hocamızla karşılaştım. Recep Hocamı çok severim. O da bizi sever, Allah kendisinden razı olsun; ne kadar kıymetli, her biri ciddi bir emek ile hazırlanmış çok değerli eserleri var. Hemen bu bilim meselesinden “Türkçenin Gelişim Aşamaları ve Felsefe Sözlüklerimiz” isimli iki ciltlik muhteşem eserindeki bilim ile alakalı makalelere dalıverdik. Recep Alpyağıl Hocam kelimenin, evet, 1932-35 yıllarında ilk defa ortaya atıldığını ama kelimenin ancak 1960’tan sonra kullanıma girmeye başladığını vurguladı. Yani biz Türklerde “bilim”in geçmişi 50-55 yıl. Zorlarsak 80 yıl.
Demek ki neymiş: Biz Türklerde 20. yüzyıla kadar “bilim” yokmuş. İyi ki de yokmuş. İnşallah öğrenme yolundaki güzel insanlarımızın gayretleri ile istikbalde de olmayacaktır!