Milli refleks olarak linç hukuku

Sözlük duayeni merhum Ali Püsküllüoğlu "linç" kelimesini Türkçe Sözlük’ünde şöyle tanımlar:

"Halktan bir topluluğun, bir suçluyu ya da kendilerine göre suç olan davranışta bulunmuş birini yumruk, taş, sopa gibi araçlarla döve döve öldürmesi."

***

Çok uç bir örnek ancak Afganistanlı Farkhunda Malikzade’nin hikayesini anlatmak ve bu vesile ile Farkhunda Malikzade’yi rahmetle anmak isterim. Afganistan’ın başkenti Kabil’de yaşayan 27 yaşında, ilahiyat mezunu, dindar, camide çalışan ve öğretmen olmak isteyen, kendi halinde yaşayan gencecik bir kızdı.

2015 Mart’ında şehir merkezinde bir türbeyi ziyaret eder. Ziyaret esnasında türbenin önünde kadınlara muska satan birini görür. Bir müddet gözlemler, önce muska alan kadınları uyarır, sonra da gider muska satan kişiyi, İslam dininde muskalara yer olmadığı, bunun Kuran-ı Kerim’e aykırı olduğu konusunda uyarır. Muska satıcısı sinirlenir, Farkhunda’yı kovar.

Bir iki hafta sonra Mart’ın 19’unda tekrar aynı türbeye ziyarete gittiğinde aynı kişinin muska satarak kadınları kandırdığını görür. Gider yine uyarır. Molla denen muska satıcısı Farkhunda’yı tanır. Bir kağıt yakar, eski bir Kuran’ın içine atar ve Farkhunda’yı göstererek "Kadın Kuran’ı yaktı, siz nasıl Müslümanlarsınız, gelin dinimizi savunun!" diyerek bağırmaya başlar.

Türbe ziyaretine gelen insanlar anında Farkhunda’nın etrafını sararlar, "Ben Müslümanım, Müslümanlar Kuran’ı yakmaz, neden yakayım" diyerek suçsuz olduğunu anlatmaya çalışır, hayatı için yalvarır. Ama kimse dinlemez. Kalabalığın içinden önce biri bir tekme atar, Farkhunda’yı yere serer ve kalabalık üstüne çullanır ve sonun başlangıcı olur.

Farkhunda’nın linç görüntülerinin an be an yayınlandığı videoda polisin ne hikmetse müdahaleye rağmen kalabalığı dağıtamadığı, peşlerindeki kalabalıkla birlikte tuhaf bir şekilde yüksek bir binanın çatısına çıktıkları ve gözleri dönmüş linç eylemcilerinin Farkhunda’yı çatıdan attıkları, düştükten sonra tekmelemeye devam ettikleri, yerde sürükledikleri, arabayla üstünden geçtikleri, arabanın arkasına bağladıkları, üzerine benzin dökerek yaktıkları görünüyor.

Bütün dünya 27 yaşında hayatı donan Farkhunda’yı böyle tanıdı.

Farkhunda’nın Kuran’ı Kerim’i yakmadığı, masum olduğu ortaya çıktı. Çıktı ama ortaya çıkan hakikat vahşice katledilen Farkhunda’nın hayatını geri getirmedi.

Farkhunda Afganistan’da linç edildi, ancak linç sadece Afganistan’a özgü bir olgu değil.

Ülkemizde de Avrupa ve Amerika’da da yapılan linçlerin uzun uzun listelerini görmek mümkün.

Geçen hafta bu kadar vahşice olmasa da ülkemizde bir linç yaşanabilirdi.

***

Farkhunda’yı yeniden hatırlamama sebep ise bir yıla yakın zamandır duruşmaları devam eden Elmalı Davası’nda mahkemenin verdiği "İki çocuğunu istismar eden anne ve üvey babaya tahliye" kararına gösterilen tepkilerdi. Tepki demek doğru değil. Sosyal medyadaki paylaşımlara, gazete, televizyon ve internet haberlerine bakan bütün ülkenin çıldırdığını, akli dengesini kaybettiğini düşünebilirdi. Çıldırmamak, aklı dengeyi kaybetmemek mümkün de değildi…

Olay yeni değil, ilk kez medyada haberde oluyor da değildi ama toplumun bütün kesimlerinin çıldırmasına sebep, dava dosyasında olduğu bilinen ancak şimdiye kadar kimsenin görmediği “istismarın çizimlerinin” ortaya çıkmasıydı.

Biri 7 yaşında bir kız çocuğu, diğeri 10 yaşında erkek çocuğu iki kardeş, anneleri, üvey babaları ve dayıları tarafından nasıl ne şekilde istismar edildiklerini ayrıntılarıyla defterlerine çizdikleri resimlerle anlatmaya çalışmışlar. Gazetelerde yer alan habere gör, adli tıp raporuyla çocukların anneleri ve üvey babaları tarafından istismara uğradıkları kanıtlanmış. Dosyadaki sağlam delillere rağmen 10. Ağır Ceza Mahkemesi tahliye kararı vermiş, Cumhuriyet Başsavcılığı tahliye kararına itiraz etmiş mahkeme tahliye kararından vazgeçmemiş.

Korkunç değil mi?

Yüzbinlerce kişi, çocukların çizdiği istismar resimlerini paylaşarak anne ve üvey babayı ve tahliye kararı veren hakimleri lanetledi.

Madalyonun bu yüzüne bakıldığında gösterilen tepkilerin az bile olduğunu söylemek mümkün. Sonuçta hangi gerekçe çocuklarını istismar eden, istismar edilmesine göz yuman bir annenin ve üvey de olsa bir babanın serbest kalmasını mümkün kılabilir? Nasıl bir hakim böyle bir dosyada tahliye kararına hükmedebilir? Hangi vicdan bunu kabullenebilir?

Devam edelim…

Sosyal medyada #elmalıdavasınınhakimikim hashtagları açıldı, çizilen "Bu müstehcen çizimleri yaptıkları için o çocukları tutuklamadığımıza şükretsinler" karikatürleri eşliğinde davanın hakimleri lanetlendi. Yetinilmedi hakimlerin isimleri, kimlik bilgileri deşifre edildi. Hakimlerin isimlerine ulaşanlar kahraman ilan edildi.

Gazeteciler, aydınlar, sanatçılar birbiriyle yarışırcasına "o tecavüzcü sapıkların tutuklanması yetmez, tecavüzcüleri tahliye eden hakim ve savcılar da tutuklanmalı" diye çağrılar yaptılar.

Çocukların annelerinin ve üvey babalarının kimlikleri, isimleri, ev adresleri, fotoğrafları deşifre edildi. Adalet Bakanlığı’na, İçişleri Bakanlığı’na "gördüğüm yerde ben öldüreceğim" diyerek kendilerini ihbar edenler oldu.

Adalet Bakanlığı, Hakimler ve Savcılar Kurulu tam da böylesi günler için hayati öneme sahiptirler. Adalet Bakanı çıkıp toplumu sağduyuya davet etmek, dosyada kamuoyunun bilmesinde fayda sağlayacak bilgileri paylaşmak, kamuoyunu sakinleştirmek yerine “Hakimlerle ilgili inceleme başlatıldığını” duyurdu. Adeta hakimlere bela okuyanların, lanetleyenlerin, şeytanlaştıranların ateşlerini körükledi.

Adalet Bakanı mahkemenin vicdanları yaralayacak bir karar vermediğini, hukuki sürecin bütün hassasiyetiyle devam ettiğini söyleyebilirdi. Dahası tribünlere oynamak yerine kamuoyunda hakimlere karşı bu kadar güvensizlik oluşmasının, öfke duyulmasının nedenini ve bu güvensizliğin oluşmasındaki payının ne olduğu gerçeğiyle yüzleşebilirdi.

Hakimlerin siyasi olmayan bir davada bu derece linç edildiği olmuş mudur hiç? Bu yargıya güvenin yitirilmesinin ortaya çıkardığı bir sonuçtur.

Anayasa Mahkemesi eski başkanı Haşim Kılıç’ın dediği gibi "Yargının tarafsızlık ve bağımsızlığının test edildiği yer hiç kuşkusuz ki siyasi davalardır." (11 Kasım 2010, Karar gazetesi)

Yargıya güven duygusunun oluşmasını sağlayan, bir ülkenin hukuk devleti olup olmadığının en önemli göstergesi siyasi davalardır. Aile, iş, ticaret, medeni hukuk, miras, kastla adam öldürme, yaralama, kadastro, tüketici, icra gibi alanlarda yargı sistemi gayet güzel işliyor.

Ama halk siyasi davalarda yargı siyasallaştı, hakimler hukuka göre karar veremiyor ama normal davalarda yargı bağımsız tarafsız diye düşünmez.

Osman Kavala Davası’nda hukukun işlemediğini gören, Osman Kavala davasında iktidarın elini gören toplum Elmalı Davası’nda adaletin tecelli etmeyeceğine inanır. Mahkemede Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında adalet tecelli etmediğinde, Elmalı Davası’nda da adaletin tecelli etmeyeceğine inanır. Selahattin Demirtaş’ın dosyasında iktidarın parmak izlerini gören vatandaş Elmalı Davası’nda da parmak izi arar.

Hakimlerin siyasi davalarda adaleti yerine getirmedi konusunda yaygın şüpheler varsa, normal davalar adaleti yerine getirdiklerine inandıramazsınız.

Halk yargıya ya güvenir ya da güvenmez.

Yargının bağımsız ve tarafsız olduğuna yaygın ve güçlü bir güven olsaydı delirme noktasına gelip de hakimleri linç etmeye kalkışmazdı, hukuki süreci takip ederdi.

Toptancı bir yaklaşımla çocukların annelerinin ve üvey babalarının suçlu olduğuna hükmetmezdi.

Sonuçta anneleri gerçekten suçlu da olabilir suçsuz da… Üvey babaları gerçekten suçlu da olabilir suçsuz da…

Ben çocukların ifade tutanaklarını, adli tıp raporunu ve mahkeme duruşma tutanaklarını okudum. Çocukların bir istismara uğradıkları görülüyor ancak kamuoyuna yansıdığı biçimde değil.

Elmalı Ağır Ceza Mahkemesi’nin adli tıp raporundaki tüm acı gerçeklere rağmen sanıkları tahliye etmişliği falan yok.

Nitekim Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Derya Yanık, infial yaratan, yürekleri yakan o çizimlerin ve ses kayıtlarının Elmalı Davası’yla ilgili olmadığını söylüyor. (TRT Haber, 5 Temmuz)

Yargıda, yargı kararları da eleştirilebilir. Ancak kitleler sosyal medyada siyasi ya da değerlerle ilgili önyargılarını, öfkelerini yargıçların üzerine boşaltarak adalete baskı yapmaktan sakınmalıdır.

Politikacı, hele de etkili ve yetkili ise yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına saygılı davranmak zorundadır… Daha da önemlisi yargıya baskı yaparak güç gösterme tutkusunu bırakmak zorundadır.

Hakimler ise tarafsız olmak ve bağımsızlıkları konusunda güven yaratmak zorundadır. Adaleti sağlayıcılar olarak hakimler yaratıcının yeryüzündeki temsilcileridir. Davanın taraflarından biri kardeşi veya kendi milletinden iken, diğeri ayrı milletten dahi olsa tarafsızlığını koruyabilecek niteliğe sahip olmalıdır.

Telafisi mümkün olmayan sonuçların oluşmasına neden olacak davranış ve söylemlerden kaçınmak gerekiyor.

Tekrar söylemekte fayda var: Bu tür davalarda adalet tecelli ediyor. Hakimler bu tür davalarda siyasi baskılarla karşılaşmıyor. Adaletin tecelli etmediği yer siyasi davalar. Elmalı Davası’nda gösterilen aşırı hassasiyet, hakimlere gösterilen sert tepkiler, hukuk rezaletinin ayyuka çıktığı siyasi davalarda gösterilmesi gerekiyor.

YORUMLAR (41)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
41 Yorum