ABD, ÖSO’yu SDG’leştirmek istiyor

Bu aslında biraz gecikmiş bir yazı. Esed rejiminin Halep’te giriştiği katliam sırasında yayınlanması da yazıya analitik bir soğukluk katıyor. Aslında yazının çerçevesini yaklaşık 10 gün önce düşünmüştüm. Seyahatler nedeniyle yazılara bir haftalık ara vermem nedeniyle yazım biraz gecikti. Ancak ne konunun öneminde bir azalma ne de ABD’nin pozisyonunda bir değişim yaşanmış değil. Dolayısıyla yazının konusu ve argümanları geçerliliğini aynen koruyor.

Fırat Kalkanı operasyonu çerçevesinde ÖSO’nun Türkiye’nin desteğiyle başarılı operasyonlar yapması ve IŞİD ile mücadelede göreceli başarılar elde etmesi birçok tartışmayı tetikledi. Türkiye nazarında ÖSO’nun bu başarıları, ABD’nin SDG’yi desteklemek için kullandığı argümanların içini boşaltıyor ve SDG’ye desteğin devamını büyük ölçüde gereksiz kılıyor. En nihayetinde ABD açısından SDG’nin IŞİD ile mücadele bağlamında işlevesellik kazandığı varsayılıyordu. Eğer ÖSO bu mücadeleyi aynı ölçüde etkin bir şekilde sürdürebileceğini ortaya koyabiliyorsa, SDG’ye atfedilen önem ve işlevsellik doğal olarak sona ermeliydi. Dışarıdan bir akıl yürütme her ne kadar böylesi bir sonuca işaret etse de ABD’nin davranışlarına baktığımızda aksi bir resim görüyoruz.

Sanılanın aksine ÖSO’nun mevzubahis başarılı son operasyonlarıyla ABD’nin nezdinde SDG’nin işlevselliğinde bir azalma yaşanmış değil. Sonucu en baştan söyleyecek olursam, ABD yaptıklarıyla ve Suriye krizinde ortaya koyduğu çözüm perspektifiyle ÖSO’yu SDG’ye benzetiyor ve onu SDG modeline yakınlaştırıyor. ABD’nin SDG Projesi üç temel varsayıma dayanıyordu: Birincisi, Suriye’de öncelikli tehdit radikalizm, Esed rejimi değil. Dolayısıyla askerî mücadele IŞİD ve El Kaide’nin türevlerine karşı yürütülmeli. İkincisi, Suriye’de kabaca rejim ve muhalefet mücadelesinde askerî değil siyasal bir çözüm öncelenmeli. Burada bir parantez açıp bir şerh düşmem gerekir: askerî ve siyasal birbirinden bağımsız iki farklı çözüm tarzını temsil etmiyor. Nihayetinde siyasal çözüm askerî gerçeklik, yani saha gerçekliği üzerine inşa edilecek. Rusya siyasal olarak kabul görmesini istediği senaryoyu zaten bilfiil askerî olarak şekillendirdi. Halep’te girişilen katliam bu mantığın en acımasız dışa vurumlarından birini temsil etmektedir. Bu parantezi şimdilik kapatalım. ABD ve Rusya’nın uzun süredir pişirdikleri siyasal çözüm sert Baasçılığı yumuşak Baasçılıkla ikame edip, akabinde de rejime meşruiyet kazandıracak bir model gibi gözüküyor. Üçüncüsü, ABD ve Rusya, Suriye’nin gelecekteki siyasal konfigürasyonunda İslami tonun azaldığı, seküler kodların baskın olduğu adem-i merkeziyetçi bir model öngörüyorlar. ABD, SDG yatırımını bu kabuller üzerine bina ediyor.

Şimdi bu kriterleri veri aldığımızda, bunların gayet işlediğine şahit oluyoruz. Suriye muhalefetinin bu modele adım adım eklemlendiğini gözlemliyoruz. Operasyonel düşman momenti Esed’den IŞİD’e gittikçe kayan bir muhalefet görüyoruz. Halep’teki vahşete rağmen ABD, muhalefeti bu şekilde formatlamak istiyor.

IŞİD’e karşı girişilecek operasyonlarda rejime de rol verilerek rejim tekrardan normalleştiriliyor. Öyle gözüküyor ki, önümüzdeki dönemde rejim ve muhalefetin IŞİD, El Kaide ve terörizm bağlamında benzer bir söylem kullanacağı bir döneme giriyoruz. Her ne kadar uygulamaya konulmasa da, ABD ve Rusya’nın üzerinde uzlaştıkları anlaşma zaten rejim uçaklarının IŞİD ve El Nusra hedeflerine yönelik hava operasyonu yapabilmesine yeşil ışık yakıyordu. Buna ilaveten, bu anlaşma rejim ile ABD arasında dolaylı bir ilişki öngörüyordu. Bu da rejime dolaylı bir şekilde meşruiyet akreditasyonu sağlıyor olacaktır. Bunun haricinde ABD ve Rusya Suriye’de terörizm ve radikalizm kapsamını IŞİD ve El Nusra olarak değil, IŞİD ve El Kaide olarak kurgulayıp El Kaide’nin kapsama alanını esnek ve geniş tutuyor. Nusra’ya ilaveten, Ahrar-ü Şam’ın da aynı paranteze alınması sadece bir zamanlama meselesi gibi duruyor. Bu tehdit aynı zamanda diğer İslamcı aktörlerin üzerinde Demokles’in Kılıcı gibi sallandırılacak. Bu davranışla muhalefetin rejimi askerî olarak geriletme kapasitesi tırpanlanıyor. Tabii ki bu aynı zamanda Suriye muhalefetindeki İslami boyayı seyrelten bir işlev görüyor. Son olarak, donmuş bir kriz ve ortaya çıkan nüfuz alanları siyaseti Suriye’yi siyasi ve idari olarak parçalanmış ve penetrasyona açık bir hale getirecektir. Sanılanın aksine IŞİD’in geriletilmesi bu durumu sona erdirmekten ziyade bunu daha da kurumsallaştırma potansiyeline sahip.

Velhasıl, Suriye’de ÖSO’nun SDG’nin öncelikleriyle donatıldığı bir döneme giriyoruz.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum