Vekalet barışı mı?

Anadolu Ajansı Türkiye ile Rusya’nın Suriye’deki taraflara sunacakları genel ateşkes planı üzerinde uzlaştıklarını dün duyurdu. Bu yazının yazıldığı saatlerde, bu uzlaşmaya dair genel prensiplerin dışındaki detaylara vakıf değildik. Çarşamba gecesi yürürlüğe girmesi beklenen ateşkes terör örgütlerini kapsamıyor. Eğer bu ateşkes başarılı olursa, rejim ve muhalefetin Astana’da siyasi müzakerelere başlaması öngörülüyor. Bu şekildeki bir takvimlendirme, Çavuşoğlu’nun daha önce “Suriye krizinin çözümü için biri askeri diğeri siyasal olmak üzere iki yol haritası üzerinde çalışıyoruz” beyanatıyla örtüşüyor.

Nasıl ki daha önce sahada yaşanan gelişmeler üzerinden vekalet savaşları kavramını sıklıkla kullanıyorduysak, bu son dönemdeki gelişmeler (Moskova toplantısı ve deklarasyonu dahil) vekalet barışı kavramını daha fazla gündemimize sokmuş durumdadır. Fakat, mevcut tartışmalarda ve kullanımda bu kavram ve onun temsil ettiği düşünülen hadiseler pek isabetli bir şekilde resmedilmiyor.

Vekalet savaşları kavramı son yıllarda Ortadoğu’daki gelişmeleri analiz ederken en sıklıkla başvurduğumuz kavramların başında gelmektedir. Bu kavram, yaşanan savaşların analizlerinde çatışmayı yürüten aktörlerden ziyade bu aktörleri destekleyen ana güçlerin hesap ve çıkarlarının önceliğine işaret ediyor. Suriye sahasını konuşacak olursak, bu ancak kısmi ölçüde doğru olan bir teşhisti. Bu teşhisin nakıslığının en temel sebeplerinden biri bu kavrama tek taraflı ve tek yönlü bir ilişki atfedilmesinden kaynaklanıyordu. Daha önce “Vekalet savaşlarında kim vekil, kim müvekkil” yazımda da belirttiğim gibi vekalet savaşı diye tanımlanan süreçler sanıldığı gibi tek yönlü işlemiyor. Sahadaki aktörle dış destekçileri arasındaki güç asimetrisi ilişki sistematiğini her daim (hatta çoğunlukla) şekillendirmiyor. Dış aktörle sahadaki aktörün çıkarı ne kadar örtüşürse, daha zayıf olan sahadaki aktörün dış destekçisinin pozisyonu etkileme imkanı da o ölçekte ortaya çıkar. Çünkü bu denklemde sahadaki aktörün kaybı aynı zamanda dış aktörün de kayıp hanesine yazılıyor olacaktır. Bu karşılıklı bir bağımlılık yaratıyor ve vekalet savaşları konseptinin iki yönlü işlemesine zemin hazırlıyor.

Buradaki esas noktalardan biri sahadaki aktörün sahanın güç dinamiği içerisinde anlamlı bir konumunun olması gerekir.

Vekalet savaşları tezinin (kullanımdaki haliyle) dayandığı akıl yürütmeyi referans alacak olursak, sahadaki çatışmanın tarafı olan bölgesel ve uluslararası güçler bir araya gelip vekalet barışları da yapabilirler. Zaten bu yönlü analiz sayısında ciddi bir artış yaşanıyor. Bu analizlerde, Suriye krizinin Suriyeli aktörlerden ziyade krizin bölgesel ve uluslararası taraflarının üzerinde uzlaşabilecekleri bir formülün bulunmasıyla aşılabileceği iddia ediliyor. Rusya-Türkiye-İran’ın başlattığı süreç böylesi bir vekalet barışının başlangıcı olarak değerlendiriliyor.

Açık bir şekilde görülebildiği üzere, bu mantık sahadaki aktörlerin aktörlüğünü yok sayıyor. Buna ilaveten, bu yaklaşım, ‘vekil’ ile ‘müvekkil’ arasında tam manasıyla uyumlu bir çıkar ve vizyon birlikteliğinin olduğunu varsayıyor. Ne Türkiye ile muhalefetin ne de Rusya-İran-rejimin vizyon ve çıkarları tamamıyla örtüşüyor. Ayrıca, Suriye’deki çatışmanın tarafı olan gruplar ve ülkeler henüz limitlerine ulaştıklarını düşünmüyorlar. Özellikle rejim ve destekçileri avantajlı, muhalefet ise dezavantajlı bir konumda bu sürece ya katılıyor ya da buna maruz kalıyor. Bu da üzerinde uzlaşılan herhangi bir çerçevenin sürdürülebilir olmasını güçleştirmektedir. Yine, sahanın rızası sağlanmadan herhangi bir ‘vekalet barışının’ yaşaması pek olası değil. Yani bu ‘vekaket barışında’ beklentilerin gerçekçi bir seviyede tutulması gerekir.

Tabii ki bu durum mevzubahis sürecin tamamıyla anlamsız olduğu manasına gelmiyor. Bu süreçten elde edilebilecek kazanımlar var.

Bu ‘vekalet barışı’ sürecinin en önemli kazanımlarının başında muhalefete zaman kazandırması gelmektedir. Halep’in düşmesinden sonra muhalefetin kendi içerisinde ne ölçüde birleşme sağlayıp sağlayamayacağıyla alakalı çaba harcamaya ve bunun için de zamana ihtiyacı var. Çatışmanın yoğunluk kaybetmesi buna imkan sağlar.

Buna karşın, ateşkesin ne ölçüde sürdürülebilir olup olmayacağıyla alakalı temel göstergelerden biri rejim-Rusya-İran’ın bu süre zarfında Doğu Guta ve İdlib’i ele geçirmek için bir girişimde bulunup bulunmayacağı olacaktır.

Buna ilaveten, bu son girişimde Rusya ve Türkiye daha aktif gözüküyor. Buna karşın, İran’ın ismini daha az duyuyoruz. Bu da üzerinde uzlaşılan metne rejim ve İran’ın rıza göstermesiyle alakalı soru işaretleri doğurmaktadır.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum