Temmuz sıcağının tam ortasındayız. Sabahları kuş cıvıltılarıyla değil, klima veya vantilatörden gelen uğultuyla uyanıyoruz. Çocuklar parkta değil, gölge köşelerde soluğu alıyor. Serin bir rüzgâr hayal; asfaltlar buhar çıkarıyor. İşte tam da bu zamanlarda, fark etmeden sağlığımızı en çok tehlikeye attığımız döneme giriyoruz: Güneş çarpması ve susuzluk mevsimi.

Güneş… Bize enerji veren, moralimizi yükselten o büyük yıldız, aynı zamanda sinsice sağlığımızı tehdit edebiliyor. Üstelik sadece çöl ortasında değil, şehir merkezinde, sahilde, hatta parkta otururken bile. Kulağa dramatik geliyor olabilir ama güneş çarpması, her yıl dünya genelinde binlerce insanın hayatını kaybetmesine sebep oluyor. Peki biz ne yapıyoruz? Hâlâ öğle saatlerinde güneşin altında yürüyüşe çıkıyor, çocuklarımızı saat 2’de denize sokuyor, susuz kalmayı “idare ederim” diyerek geçiştiriyoruz.

Güneş çarpmasının ilk sinyalleri çoğu zaman basit baş ağrısı, halsizlik, biraz mide bulantısı gibi gelir. Fakat bu belirtiler kısa sürede bilinç bulanıklığına, hatta bayılmaya kadar ilerleyebilir. Özellikle çocuklar, yaşlılar ve kronik hastalığı olanlar için sonuçlar çok daha ağır olabilir. Susuzluk da işin başka bir cephesi. Vücudumuzun %60'ı sudan oluşurken, biz hâlâ günde bir-iki bardak su içerek sağlıklı kalacağımızı sanıyoruz. Oysa susuzluk yalnızca bir boğaz kuruluğu değil; organlarımızın çığlığıdır.

Şimdi size kısa ama hayat kurtarıcı bir liste bırakıyorum:

• Öğle 11:00 – 16:00 arasında doğrudan güneşten uzak durun.
• Hafif, açık renkli ve pamuklu kıyafetler tercih edin.
• Günde en az 2 litre su tüketin. Terliyorsanız bu miktarı artırın.
• Susamayı beklemeden su için. Unutmayın: Susamak vücudun son çağrısıdır.
• Güneş gözlüğü ve geniş kenarlı şapka kullanın.
• Dışarıdaysanız her 20 dakikada bir gölge molası verin.

Yaz, hepimize iyi gelsin istiyorsak; sadece keyfine değil, kurallarına da uymalıyız. Unutmayın, sıcaklarla savaşta kazanan değil, dikkatli olan hayatta kalır.

Serin kalın, sağlıklı kalın.