Yapay zekanın mimarları: Güç kimin elinde

TIME dergisi bu yıl ‘Yılın Kişisi’olarak tek bir lideri değil, yapay zekânın mimarları sayılan küçük bir grubu seçti. Peki bu “Architects of AI/Yapay zekanın mimarları” denen ekip gerçekten geleceği inşa mı ediyor, yoksa yeni bir yapının iskelesini mi kuruyor? İşin ekonomi, siyaset, etik ve psikoloji boyutlarına bakalım.

IME, 2025’i ‘yapay zekânın artık geri dönüşü olmayan bir noktaya geçtiği yıl’ olarak çerçeveleyip ‘Architects of AI’ başlığını kapağa taşıdı. Bu kez kırmızı çerçevenin içindeki tek bir yüz değil; bir tür teknoloji politbürosu var:

Jensen Huang: Nvidia’nın kurucusu; grafik kartını gezegenin yakıtına çeviren adam. Bugünkü yapay zekâ patlamasının donanım omurgası.
Sam Altman: OpenAI CEO’su; ChatGPT ile AI’ı küresel bir gündelik rutine sokan isim.
Demis Hassabis: Google DeepMind’ın beyni; satrançtan proteine uzanan “akıl oyunlarının” mimarı.
Elon Musk: xAI ile bu masaya yeniden giren kaotik figür; uzaydan çipe her yerde.
Mark Zuckerberg: Sosyal medyadan sonra metaverse’i pek başaramadı; şimdi AI ile imaj tazelemeye çalışan güç merkezi.
Lisa Su: AMD CEO’su; Nvidia’nın karşısındaki en büyük çip rakibi, altyapı savaşının stratejik oyuncusu.
Dario Amodei: Anthropic CEO’su; kendine “güvenli AI” şeridi açmaya çalışan eski OpenAI’cı.
Fei-Fei Li: Stanford HAI ile bu alanın akademik ve etik tarafını seslendiren, “sadece mühendislik değil, insanlık” diyen figür.
Bu isimler, sadece şirket yöneten patronlar olarak değil, ikinci bir sanayi devriminin mimarları olarak sahneye konuyor.

Yeni fabrikalar çelikten değil, veriden ve elektrikten: Klasik fabrika bacalarının yerini, bugün veri merkezleri alıyor: AI fabrikaları. Dev hangar büyüklüğünde binalar, artan elektrik tüketimi, su kullanımı, emlak ve altyapı baskısı.

Yani Architects of AI anlatısı sadece teknoloji değil; yeni bir altyapı rejimi. Çeliğin, petrolün, internet kablolarının yanına bu kez çip, veri merkezi ve model geliyor. Bazı AI şirketi CEO’ları, önümüzdeki yıllarda otomasyon ve yapay zekâ nedeniyle çift haneli işsizlik oranlarından söz ediyor. Diğer kanat, bildik hikâyeyi anlatıyor: “Tarih boyunca her teknolojik devrim, yok ettiğinden daha fazla yeni iş doğurdu.”
Sorun şu: Evet, yeni işler doğuyor ama yeni işlerin önemli kısmı yüksek beceri gerektiren, dar bir kesime açık pozisyonlar. Klasik orta sınıf işleri (belli ölçüde rutin ama görece iyi ücretli beyaz yaka) ciddi baskı altında. Geriye kalan büyük kitle için “yeni iş” daha güvencesiz, daha parçalı, daha düşük ücretli olabiliyor.

Bu yüzden bazı ekonomistler ve düşünürler, ‘Architects of AI’ çağında yeni bir sosyal kontrat gerektiğini savunuyor: Evrensel temel gelir, servet ve sermaye kazançlarının farklı vergilendirilmesi, veri üretiminin de ekonomik değeri olan bir emek türü olarak tanınması, eğitim sisteminin tekrar tekrar baştan tasarlanması.

Diğer tarafta ise şirket cephesi var: “Üretkenlik artışı herkese fayda sağlar, yeter ki inovasyonu boğmayın.”

Soruyu şöyle çevirebiliriz: Bu ‘mimarlar’ yeni bir dünya inşa ediyor, peki kiracı kim, ev sahibi kim?

Riskler: Kıyamet senaryosu mu, düşük bütçeli distopya mı?: Yapay zekâ tartışmalarında riskler iki ana başlıkta toplanıyor: Teknik ve toplumsal.

Bazı araştırmacılar, özellikle ‘genel yapay zekâ’ (AGI) ufkuna bakarak, ‘kontrolden çıkma’ ihtimalini ciddiye alınması gereken bir risk olarak görüyor. Mesele sadece “robotlar bizi öldürür mü?” klişesi değil; hedefleri yanlış tanımlanmış, çıkar çatışmalarıyla doldurulmuş, kötü teşviklerle çalışan sistemlerin geri beslemeli hataları.

İşin ironisi şu; bu riskleri en yüksek sesle konuşanların bir kısmı da aynı mimarlar kulübüne üye. Hem gazı kökleyip hem frene basmaya çalışan bir endüstri izliyoruz.

Diğer uçta, çok daha somut ve şimdiki zamana ait riskler var: Deepfake videolar, sahte ses kayıtları, metin kopyalarıyla seçim güvenliği tartışmaları, yalan haber üretmenin maliyetinin sıfıra yaklaşması, gençler için sürekli AI etkileşimiyle büyümenin psikolojik etkileri, yaratıcılık ve düşünme becerilerinin ‘dışarıya devredilmesi.’

Son yıllarda, bir gencin chatbot ile kurduğu ilişki sonrası yaşanan trajik intihar vakası etrafında açılan bir dava, bu ilişkinin karanlık yüzünü gündeme taşıdı. Artık sadece “çocuk tabletle çok oynuyor” tartışması yok; “çocuğunla arasında, aracı olarak bir yapay zekâ var” tartışması var.
Görünmeyen işçiler!: Bu hikâyede eksik kalan bir karakter var: Görünmeyen emek! AI altyapısının arka planında kobalt ve diğer nadir madenleri çıkaran maden işçileri, karanlık içerikleri süzüp filtreleyen, travmatik videolar izleyen içerik moderatörleri, server soğutma tesislerinde çalışan teknik personel… Bu görünmeyen sınıf çoğu anlatıda yok.

‘Yılın Kişisi’ mi, ‘Yılın Oligarkları’ mı?: TIME’ın ‘Architects of AI’ kapağı sadece alkış almadı; epey eleştiri de topladı. Eleştirilerin birkaç başlığı şöyle: Güç romantizmi; zaten ekonomik ve siyasi olarak olağanüstü güçlü olan birkaç figürü yeniden parlatmak, onları ‘çağın kahramanı’ gibi paketlemekle suçlanıyor. Sınıfsal körlük: AI’ın getirdiği sömürü ilişkileri, güvencesiz emek… Normalleştirme etkisi: “Bu insanlar böyle, bu güçler burada, bunu kabul edip gerisini tartışalım” tonunun, mevcut güç yoğunlaşmasını doğal göstermeye yaradığı söyleniyor.

Bazı eleştirmenler, kapağın adının ‘Architects of AI’ değil, ‘Oligarchs of AI’ olması gerektiğini iddia ediyor. Çünkü devletler, regülatörler, sendikalar, üniversiteler henüz oyuna tam giremeden, küresel bilgi akışı, reklam pazarları, medya tüketimi ve bilgi üretimi, birkaç şirketin altyapısına bağlanmış durumda.
Geleceğin mimarları kim olacak?: Belki de asıl çatışma şu; bir tarafta, “daha hızlı, daha büyük, daha kârlı” diye koşan bir teknoloji sermayesi, diğer tarafta, “yavaşlayalım, düşünelim, yeniden bölüşelim” diyen bir toplumsal akıl.

Yine de şimdilik, Time’ın kapağındaki o küçük grup, geleceğin planını masaya çoktan açtı. Bizim payımıza düşense şu: O masaya ne zaman, nasıl ve hangi ses tonuyla dahil olacağımıza karar vermek. Yoksa ‘geleceğin mimarları’nın çizdiği projede, sadece dekor olarak yer alma riskimiz pek küçük değil.

ATLAS NELER TAŞIYOR NELER!

Kuyruklu yıldız 3I/ATLAS aylardır gündemde kalmayı başarıyor. NASA’nın yeni gözlemleri, Güneş Sistemi’ne uğrayan üçüncü ‘yıldızlararası ziyaretçi’ 3I/ATLAS’ta yaşamın yapıtaşları sayılan metanol ve hidrojen siyanürü alışılmadık bollukta ortaya çıkardı.

13kr11atlasjpg.jpg

Geçen haftadan beri 3I/Atlas ile ilgili tartışılan bir konu bu. Harvardlı astronom Avi Loeb bu kometi “dost canlısı bir yıldızlararası bahçıvan” diye okurken, eleştirmenler aynı kimyayı “seri katil kokteyli” olarak yorumluyor. Peki gerçekten ne oluyor?

Önce 2017’de 1I/ʻOumuamua, ardından 2019’da 2I/Borisov derken, 2025 yazında üçüncü bir yıldızlararası cisim sahneye çıktı: 3I/ATLAS. ATLAS teleskop ağı bu cismi tespit ettiğinde astronomlar, Güneş’e bağlanmayan, hiperbolik bir yörüngede ilerleyen yeni bir “interstellar/yıldızlararası ziyaretçi” ile karşı karşıya olduklarını anladı.

Onlarca yıl gözledik, şimdiye kadar doğrulanmış yıldızlararası nesne sayısı sadece üç. Üstelik bu üçüncü misafir, klasik bir taş parçası değil, kuyrukluyıldız gibi davranıyor; Güneş’e yaklaşırken buzu buharlaşıyor, etrafında gaz ve tozdan oluşan bir koma ve kuyruk geliştiriyor.

ALMA’nın gördüğü şey: Metanol ve siyanür dolu bir ziyaretçi: Şili’deki ALMA (Atacama Large Millimeter/submillimeter Array) teleskopu ile yapılan son gözlemler, 3I/ATLAS’ın çevresindeki gazı satır satır okudu ve ortaya şu tablo çıktı: Kuyrukluyıldızdan çıkan buharın yaklaşık yüzde 8’i metanol, bu oran, Güneş Sistemi’nde bildiğimiz kuyrukluyıldızlardakinin yaklaşık dört katı.

Metanol, kimyada “önemsiz bir alkol” falan değil; amino asitler, proteinler, DNA/RNA öncülleri gibi karmaşık organik molekülleri üretirken kullanılan temel tuğlalardan biri. Hidrojen siyanür ise günlük hayatta zehir etiketiyle bildiğimiz, ama aynı zamanda pre-biyotik kimyada önemli rol oynayan bir molekül.
Yani kuyruklu yıldızın çevresinde, “bir gezegene düşsem, uzun vadede organik kimyayı beslerim” diyen bir karışım dolaşıyor.

Henüz hakemli bir dergide yer almayan ALMA verileri, bu kimyanın sadece dışarıdan bulaşmadığını da gösteriyor: Metanol ve hidrojen siyanür sinyallerinin önemli kısmı, doğrudan çekirdekten gelen buharlaşma. Metanol, kuyruklu yıldızın çevresindeki gaz bulutunda da bolca var; bu da buz tanelerinin üzerinde kimyanın hâlâ “çalıştığı” anlamına geliyor.

James Webb Uzay Teleskobu (JWST) da Atlas’a kilitlenmiş durumda. İlk sonuçları: 3I/ATLAS’ın komasında karbondioksit (CO₂) baskın, su (H₂O) görece düşük, karbonmonoksit, buz ve toz bileşenleri ise klasik kuyrukluyıldızlara göre farklı bir dağılımda.

Bu, iki anlama gelebilir deniliyor. Kuyruklu yıldız, kendi yıldız sistemindeki CO₂ buz çizgisine yakın bir bölgede oluştu; yani bizim Güneş Sistemi’nde alıştığımız buz kombinasyonundan farklı bir ‘mutfakta’ pişti. Ya da çekirdeğin ısınma/buharlaşma dinamikleri suyu bastırırken CO₂’yi öne çıkarıyor.
Her iki senaryo da aynı yere çıkıyor: 3I/ATLAS, kimyası açısından tipik bir kuyrukluyıldız değil.

Bahçıvan mı, seri katil mi?: Harvard astronomu Avi Loeb. Loeb, kendi makale ve blog yazılarında 3I/ATLAS’a dair iki uç metafor kullanıyor: Eğer metanol / siyanür oranı, yaşamı besleyen kimyayı destekliyorsa, 3I/ATLAS “dost bir yıldızlararası bahçıvan”, galaksiler arası tohum serpiyor olabilir. Eğer zehirli bileşenler baskınsa, bu kez ‘seri katil’ metaforunu devreye sokuyor; uzayda dolaşan, kimyasal ölüm paketleri taşıyan cisimler.

Tabii Loeb’ün kariyerinde 1I/ʻOumuamua’yı ‘uzaylı teknolojisi olabilir’ diye tartışmaya açması ve yanılması da var; yani kendisi zaten bilimsel tartışmayı bilerek uca taşıyan, tartışmalı bir figür. Resmi kurumlar daha temkinli: NASA ve ana akım astronomlar, 3I/ATLAS’ı hâlâ güçlü biçimde doğal bir kuyrukluyıldız olarak sınıflandırıyor. Atlas’ın19 Aralık ‘ta Dünya’ya yaklaşık 270 milyon km kadar yaklaşacağı, ancak hiçbir çarpma riski taşımadığı özellikle vurgulanıyor.

Panspermia: Evren kargo şirketi gibi çalışıyor olabilir mi?: 3I/ATLAS tartışmasının arkasında daha eski bir fikir var; panspermia. Bu teoriye göre: Yaşamın temel kimyası (veya daha ileri biçimleri), bir gezegende başlar, sonra çarpışmalarla kopan kaya / buz parçaları uzaya savrulur, bunlar başka gezegenlere düşerek, oraya ‘yaşam tohumu’ taşır.

3I/ATLAS gibi yıldızlararası cisimler, bu senaryoda kritik oyuncular: Enerjik kimya, metanol, hidrojen siyanür, su, karbondioksit ve organik molekül karışımı, uzun süreler boyunca dondurulup korunmuş buz çekirdekleri, farklı yıldız sistemlerinin “mutfaklarını” birbirine bağlayan yörüngeler.
Bilimsel ortak görüş, “bu kesin böyledir” diyecek noktada değil; ama kimyasal veriler, “en azından imkânsız değil” çizgisini güçlendiriyor.

Bu hikâyenin manşetlere çıkması sadece bilimden değil, insan psikolojisinden de besleniyor.
Bir yanda son derece teknik makaleler var. Diğer yanda: “NASA: Yıldızlararası kuyrukluyıldız yaşamın malzemelerini taşıyor gibi kışkırtıcı başlıklar…

Ama emin olduğumuz bir şey var:

Gökyüzünde, bir başka yıldız sisteminden gelen, içinde metanol ve siyanür kokteyli taşıyan gerçek bir cisim, şu anda Güneş’e doğru süzülüyor. Ve biz, oturduğumuz yerden o hikâyeye hangi isimleri vereceğimizi tartışıyoruz.

YORUMLAR (2)
2 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.