Kopyadan yolsuzluğa, sosyal ahlaksızlık

Belden yukarı ahlaksızlık anlayışımıza yabancı gibi. Onun için “sosyal ahlaksızlık” diyorum. İnsan ilişkilerinde cinsî olmayan her türlü ahlaksızlığı kastediyorum.

Toplumu koruyan, bir arada tutan ahlak kurallarının çıkar için çiğnenmesini kastediyorum. Fırsat eşitliğini, adaleti sağlayan kuralların çiğnenmesini. Rüşvet, yalan, yolsuzluk, kopya, intihal, torpil, akraba, yandaş kayırmacılığını. İşte bunlar, toplum ahlaksızlığıdır, sosyal ahlaksızlıktır. Kişinin ahlaksızlığı kişiyi ilgilendirir. Bunlar herkesi. O yüzden bunlar, belden aşağı ahlaksızlıktan daha ahlaksızdır.

SOSYAL AHLAKSIZLIK BULAŞICIDIR

Diyelim bir kişi, torpille bir yere geldi. Ve o yerin adamı değil. Liyakatsiz. Fakat burnu havada geziyor. Böyle tipler, arkalarındaki torpili açık açık pazarlarlar. Bir cins teşhirciliktir bu. Sonra siz o kuruma artık, “Burası sizin evlatlarım.” veya “Çalışın, başarın, hedeflerimize ulaşmamıza katkı yapın, yükselirsiniz!” gibi nutuklar atamazsınız. İnsanlar salak değildir. Aradan birkaç yıl geçince kadronun tamamı kokuşmuş hale gelir zaten. Ve kurumu, kurumun görevini bir yana bırakır, tamamen size yaranmaya odaklanırlar. Belki sizin istediğiniz de buydu zaten.

Liyakatin her şey olduğu kurumlarda, mesela üniversitelerde, torpilliler, aşağılık duygularının itişi ile liyakatli avına çıkar. Onları kurumdan uzaklaştırırlar.

Bu hal ülke çapında yayılırsa halen okuyan veya hayata yeni atılan bir gencin idealleri ne hale gelir dersiniz? Olması gereken, “Ben, en iyi şu, en bilgili ve başarılı bu olacağım” ülküsüdür.

Fakat ortam ona bu düşüncelerin fantezi olduğunu gösterir. Kendine bir dayı bul. Partiye yaman. En başarılı kopyacı, en yaman yağcı, en militan trol ol. Gemisini yüzdüren kaptan. Atı alan Üsküdar’ı geçer!

DİKTADAN SOSYAL AHLAKSIZLIĞA

Bu kültür, ülkenin tamamını kaplar. Bu kültür bir şey üretemez. Üretse, ürettiği dünya ile rekabet edemez. Bu kültür ancak, halkın yarattığı değerlere ağır vergiler getirir ve sonra onları kendi arasında afiyetle yer, yutar. Paranın bir kısmını da propagandaya, algıya harcar. Bu son kalem sosyal ahlaksızların sigortasıdır.

Nasıl üretsin ki? Üniversiteleri eş, dost, akraba ile dolmuş. Öğrenciler kopyayla veya daha beteri rüşvetle diploma alıyor. Tayinler “mülakatla” yapılıyor. Tayin listeleri mülakat jürilerine önceden veriliyor. Bunlar mı üretecek? Üretmese daha iyi. Bir önceki yazıma bakınız, Kroş’un dediği gibi “onların tasarladığı denizaltı dalar ve bir daha çıkamaz”.

Maalesef bu halde ülkeler var. Bazıları şanslı. Topraklarında dünya piyasasında para eden kaynaklar var. Onları satıyor, çoğunu akrabalara, bir kısmını da halka sızdırıp geçinip gidiyorlar.

Bu kadar talihli olmayanlar sürünüyor. Sürünmeye karşı savunmaları da despotluk ve algı mühendisliği. Thomas Friedman’ın Leksus ve Zeytin Ağacı’nda anlattığı gibi bunlar ülkelerini başarılı ülkelerle kıyaslatamazlar, kıyaslayamazlar. Bu işlerine gelmez. Onun yerine “Babalarınızın zamanından iyi değil misiniz? Onların zamanında buzdolabı mı vardı?” gibi söylemlerle kendi geçmişleriyle kıyaslatırlar. Fakat insanlar aptal değildir. Olan biteni görür, hissederler. Bu görmeye karşı tedbir de dayatma düzenidir. O ülkelerdeki otorite tenkidi, gerçeğin dillendirilmesini cezayla, şiddetle karşılar.

O BÜYÜRKEN ÜLKE KÜÇÜLÜR

Bu karanlık tablonun bir örneğini öyle bir ülkeden gelen bir öğrencinin ağzından dinlemiştim. “Bizde”, diyordu, “bütün diplomalar parayla alınır.” Hangi diplomanın kaç para ettiğinin piyasası da varmış. O ülkeden çok öğrencim oldu. Hemen hiçbiri ders verdiğim Türk üniversitesini bitiremedi.

Bir başkasında parayla öğretim üyeliği satılmış. Alana, ahşap işleme dersi düşmüş. “Ama ben hayatımda ahşap işlemedim”, deyince, “Şu kitabı al, her bölümün bir kısmını oku, geri kalanını da ödev ver” demişler. “Hoca”nın kendi anlattı bana.

Ülke adı vermek istemiyorum. İkisi de eski Sovyet ülkesiydi. İster komünist, ister faşist, ister dinci olsun; dikta, sosyal ahlâkı sıfırlar. O rejimler devrilip gittikten sonra da ahlaksızlık sürer.

Kültür yapışkandır. Kolay değişmez. Hani rahmetli Sabri Ülgener Hocamızın “zihniyet” dediği şey işte bu...

Lütfen düşünün. Okulların çoğunun böyle olduğunu farz edin! Bu gençler on, yirmi, otuz yıl sonra artık genç olmayacak. O eski genç, şimdiki orta yaşlı ve ihtiyardır. Bu dandik diplomaların sahipleri veya diplomaya bakılmaksızın nesep asabiyesi ile tayin edilenler, kendi ülkelerini 21. yüzyılda dünya ülkeleriyle rekabet ettirebilir mi? Bu sahte diploma sahiplerinin yönetimin, sanayinin, ticaretin direksiyonuna oturduğu ülkelere rekabetçi üretim, refah, kalkınma gelebilir mi? Ya ne olur? Bilgi istemeyen, marifet istemeyen ürünleri, açlık şartlarında çalıştırılan halka ürettirip onları haciz fiyatlarıyla satarlar. Millî paranın değer kaybetmesi, haciz demektir- bir düşünün. Sonra, varsa, tabiî kaynaklarını satarlar. Topraklarını, ülkelerinin hakkını, egemenliğini satarlar. Ve yerler. Halk sürünürken bu azınlık, içinde yaşadıkları debdebeyle övünerek hükmeder. Çünkü “görmemiş”tir. Ülke ve halk küçülürken sosyal ahlaksızlık büyür.

YORUMLAR (53)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
53 Yorum