‘Değerler eğitimi’nin yeri okul değildir, hele ‘Adabımuaşeret’ dersinin okulda hiç işi yoktur!

Birkaç ay sonra 1 milyona yakın 8. sınıf öğrencisi acımasız bir sınava girecek; Liselere Geçiş sınavı adlı bu sınavla, hangi çocuğun eğitimine meslek okulunda, hangilerinin kendilerini bir üniversiteye kadar taşıyacak liselerde okuyacağını belirleyeceğiz.

Aslında LGS’ye girenlerin tamamı üniversite yoluna girmek istiyor ama en az yarısı mesleki eğitime yönlenecekler mecburen.

Bu da maalesef ülkemizde (ve başka ülkelerde de) mesleki eğitimi sanki ikinci sınıf bir eğitimmiş gibi algılatıyor. Oysa değil, üstelik ülkemizde katsayı engellerinin aşılması sayesinde mesleki liselerden geçip yine de üniversiteye gitme yolu da kağıt üzerinde sonuna kadar açık.

Herkesin bildiği bu bilgileri yeniden anlatmamın sebebi, eğitim sisteminin kağıt üzerinde gözüken genel yol haritasını hatırlatmak. Bu yol haritası, ana okulundan ilkokula ve oradan ortaokula kadar çocuklarımızın eğitim hayatının ilk 9 veya 10 yılını da belirliyor aslında.

Bu ilk 9-10 yıl aslında üç ana dersten oluşuyor: 1. Ana dilde okuduğunu anlama ve kendini ifade etme; 2. Fen bilimlerinde temel kavramları öğrenme; 3. Matematikte temel becerileri elde etme.

Elbette yıllar ilerledikçe, örneğin çocuklar 6 ve 7. sınıflara, 8. sınıflara geldiğinde fen bilimleri dersi kendi içinde ayrılmaya (fizik, kimya, biyoloji) başlıyor; Türkçe derslerine tarih, coğrafya gibi konular ekleniyor.

Bu, uzmanlaşmanın da başlaması demek.

Çocuklarımız bu ilk 9-10 yılda bir hayli yoğun ve yorucu bir okul süreci içindeler. Çünkü bir yandan konuları öğrenirlerken bir yandan bazı hayat disiplinlerini de (ödevleri zamanında teslim etme, her gün aynı saatte okula olma, dersleri dinleme vs vs) ediniyorlar.

Milli Eğitim Bakanlığı, çocuklarımızın üzerindeki yükü yeterli bulmuyor olsa gerek; onlara az önce saydığım üç temel konunun dışında bazı dersler ve eğitim konuları da yüklüyor. Oysa bu ilave konuların bir bölümü yıl boyu ders olarak işlenecek kadar geniş konular değiller, bir bölümü iki ayrı dersin içinde birbirini tekrar ediyor, bir bölümünün ise okul ortamı içinde verilmesine gerek yok, aileler veya başka kurumlar tarafından yerine getirilebilir nitelikte şeyler bunlar.

Bu yıl Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler eğitimi’ adı altında, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve bir takım sivil toplum kuruluşlarının da sanki ‘eğitimci’ gibi gelip okulda ders vermesinin önünü açtı.

‘Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum’ (ÇEDES) adı altında Milli Eğitim Bakanlığı’nın Diyanet İşleri Başkanlığı ile ve çoğu cemaat ve tarikatlerden oluşan sivil toplum örgütleri ile yaptığı protokoller, aslında okulda değil okul dışı ortamlarda, daha çok da aile içinde çözülmesi gereken konuları okulun içine taşıyor.

Üstelik bu konular mesleği eğitimcilik olmayan kişiler tarafından küçük çocuklara aktarılırken bir sürü başka ilave sıkıntıya neden oluyor. Son örnek Kars’ta yaşandı. Minicik çocuklara maket bir mezar önünde sanki anneleri ölmüş gibi ağıtlar okutulmuş. Olacak şey mi? Çocukların çoğunun annesi hayatta.

Ölmemiş annesine ağıt yakmak nasıl bir ‘eğitim’ olabilir? Veya annesi ölmüş bir çocuğu düşünün: Aynı travmayı ona bir daha yaşatmak ve mesela eğer annesi öldüğünde ağıt yakmamışsa bu çocuğa onu eksik hissettirmenin nasıl bir ‘eğitim’ değeri olabilir?

‘Ölmüş bir yakınımızın ardından ağıt yakmak bir değer midir’ tartışmasına hiç girmiyorum, Allahtan Kars’taki uygulama sadece Kars’ta yapılmış. Ama bu ‘değer’ olduğu iddia edilen şeylerin aslında ailede verilmesi gerekmez mi? Diyelim ailede bir yakının veya annemizin ölmesinden söz ediyoruz; her ailenin ve her bireyin yas tutma ve bu acıyla yüzleşme şekli aynı mı olmalıdır?

Diyanet İşleri Başkanlığı, çocuklara değerler eğitimi vermekte çok kararlıysa camilerde hafta sonları bu programları yapabilir, isteyen aileler de çocuklarını okul saatleri dışında camilere gönderebilir. Aynı şey ‘dernek’ veya ‘vakıf’ adı altındaki cemaatlerle tarikatler için de geçerli. Bildiğim kadarıyla özel kurs açmak yasak değil Türkiye’de.

Bu ‘değerler eğitimi’ tuhaflığı yetmezmiş gibi Milli Eğitim Bakanlığı bir de ‘adabımuaşeret’ diye bir ders koydu bu yıldan itibaren.

Tabii ortaokul çocuklarının ‘adabımuaşeret’ kelimesinin anlamını bilmesine de imkan yok, o yüzden dersin Türkçe adı da parantez içinde veriliyor: Görgü kuralları ve nezaket.

Türkiye’de genel anlamda bir görgüsüzlük ve nezaketsizlik sorunu olduğu inkar edilebilir bir şey değil ama bu sorunu çözmenin yeri okul mu? Kaldı ki 72 saatlik bu dersin odağının sahiden görgü kuralları ve nezaket olduğu da tartışmalı.

Çatalı sol bıçağı sağ elle tutmak, yaşlılara toplu taşımada yer vermek, sabahları günaydın demek, teşekkür etmek gibi görgü ve nezaket kurallarından ziyade bu derste din temelli ahlak anlatılıyor. Yani zaten var olan din kültürü ve ahlak bilgisi dersi bir kez de bu dersin içine girmiş durumda.

Oysa diyorum ya çocuklarımız eğitim hayatlarının ilk 9-10 yılında zaten çok zorlu bir eğitim sürecinde ve bu çeşit derslerin ya da ders kılığındaki ‘eğitim’lerin onları temel odakları olması gereken üç ana konudan uzaklaştırmaktan başka bir işlevi yok. Bu da zaten fayda değil, zarar aslında.

Olan çocuklarımıza oluyor.

YORUMLAR (47)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
47 Yorum