Daha fazla nükleer silahlanma görecek miyiz?

CAMBRIDGE

Bir atomun içerdiği enerjinin savaşta kullanılmasının üzerinden seksen yıl geçti. Ancak dünya nükleer kıyameti yaşamak yerine, şu ana kadar şaşırtıcı bir nükleer istikrar yakaladı. Nükleer teknoloji pek çok ülkeye yayılırken, sadece küçük bir kısmının bunu silah geliştirmek için kullanmayı tercih etmesi de aynı derecede dikkat çekicidir. Dünya, nükleer silahlanmayı caydıran – her ne kadar duraksayarak ve kusurlu şekilde işlese de – kurallar, normlar ve kurumlardan oluşan etkili bir nükleer silahsızlanma rejiminden fayda gördü. Ancak bu rejim hızlı jeopolitik değişimlerin yaşandığı bir çağda ayakta kalabilir mi?
1960’larda ABD Başkanı John F. Kennedy, 1970’lere kadar nükleer silah sahibi 25 civarında ülke olacağını öngörmüştü. Oysa bugün sadece dokuz ülke var, çünkü hükümetler nükleer silahların yayılmasını önlemek için adımlar attılar.

1968’de Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) müzakere edildi; bu antlaşma, beş ülkenin zaten nükleer silaha sahip olduğunu kabul ederken, diğer ülkelerden bu silahları geliştirmeme taahhüdü aldı. Viyana merkezli Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA), nükleer enerjinin sadece sivil amaçlarla kullanıldığından emin olmak için on yıllardır nükleer enerji geliştiren ülkelere müfettişler göndermektedir. Ve 1970’lerde ABD Başkanı Jimmy Carter’ın yönetimi, kısmen yeni oluşturulan ve üye devletlerin hassas zenginleştirme ve yeniden işleme teknolojisinin ihracatında kısıtlama sözü verdiği Nükleer Tedarikçiler Grubu aracılığıyla nükleer silahların yayılmasının yavaşlatılmasına yüksek öncelik verdi.

Bu nükleer silahların yayılmasını önleme rejimi dünya düzeninin önemli bir parçası haline geldi, ancak bazı analistler bunun yeni tehditlerle karşı karşıya olduğuna inanıyor. IAEA Genel Direktörü Rafael Mariano Grossi bile rejimin geleceği konusunda endişeli. En görünür tehdit, İran’ın sivil reaktörler için gerekenden çok daha yüksek oranda – %60’ın üzerinde – uranyum zenginleştirmesi. Grossi İran’ın yıllar değil aylar içinde bir bomba yapabileceğini tahmin ediyor; ve eğer nükleer silah geliştirirse Suudi Arabistan da aynı şeyi yapacağını ve NPT’den çıkacağını söylüyor. ABD ve İran, İran’ın nükleer programının sınırlandırılması konusunda yeni müzakerelere girişirken bile İsrail ve ABD, İran’ı durdurmak için güç kullanmakla tehdit ediyor.

Orta Doğu’daki bu bölgesel meydan okumanın ötesinde, nükleer silahların yayılmasını önleme rejimine yönelik küresel bir tehdit gizlenmektedir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya ve Japonya, ABD ile olan ittifakları nedeniyle kendi nükleer planlarını sınırladılar. Amerikan nükleer caydırıcılığının güvenilirliği onlara güvenlik sağlamak için yeterliydi ve aynı şey hem NATO hem de Doğu Asya’daki düzinelerce başka devlet için de geçerli oldu. Ancak Trump yönetiminin bu ittifakları zayıflatması, Amerika’nın genişletilmiş caydırıcılığını da zayıflattı ve diğerlerini de kendi nükleer silahlarına sahip olup olmamaları gerektiği konusunda düşünmeye sevk etti. Ukrayna’nın, topraklarında bulunan Sovyet döneminden kalma nükleer silahları teslim ettiğini ve Rusya’nın (1994 Budapeşte Memorandumu’yla Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü garanti altına almıştı) Ukrayna’yı işgal ettiğini gayet iyi biliyorlar.

Bazı analistler endişelenmememiz gerektiğini, çünkü nükleer silahların yayılmasının dünya siyaseti üzerinde faydalı etkileri olacağını söylüyor. Onlara göre, nükleer silahlar ABD-Sovyet ilişkilerinde ihtiyatlılığı nasıl sağladıysa, bugün de bölgesel güç dengelerini istikrara kavuşturabilir.

Ancak bu daha fazlası daha iyidir yaklaşımı ancak siyasi koşullar benzer olduğu takdirde savunulabilir. İstikrarlı komuta ve kontrol sistemleri; ciddi iç savaşların veya istikrarı bozucu motivasyonların (irredantist hırslar gibi) olmaması; ve yeni nükleer silah kabiliyetlerinin yumuşak ve savunmasız olduğu bir çatışmanın ilk aşamalarında önleyici saldırılar başlatma cazibesine karşı disiplin varsayar.

Bu tür varsayımlar dünyanın pek çok yerinde gerçekçi değildir. Güvenliği arttırmak bir yana, pek çok durumda nükleer bir kabiliyet edinmenin ilk etkileri kişinin kırılganlığını ve güvensizliğini arttırmak olabilir. Dahası, yerel düzeyde bile olsa, “taktiksel” bir nükleer saldırı, 80 yıllık küresel bir tabunun ciddi şekilde ihlali anlamına gelir.

Ayrıca, devlet dışı aktörlerin istikrarı bozucu rolü de göz ardı edilemez. Bir terörist grubun nükleer bir aygıt elde etme riski düşük olsa bile, sadece bu ihtimal bile ciddi zorluklar yaratır. Silah yapımında kullanılabilecek malzemelerin çalınabileceği ya da karaborsada “haydut devletlere” satılabileceği gerçeği, devlet dışı grupların yarattığı tehdidin yalnızca teknolojik kapasitelerine bağlı olmadığı anlamına gelmektedir. Üstelik, bugünün süper güçleri bile bu etkilerden tamamen muaf olamaz. Nükleer kapasitelerin geniş ya da hızlı bir şekilde yayılması, küresel stratejik dengeyi ve gelecekte barışçıl ve adil bir dünya düzeni olasılığını etkileyebilir.

Açıkçası, siyasi ve teknik eğilimler değişmeye devam edecektir. Ancak kilit soru ABD ittifaklarının ve genişletilmiş caydırıcılığın geleceğiyle ilgilidir. Nükleer silahların yayılmasının istikrarı bozucu olabileceği, nükleer silahların bu silahları edinen devletin jeopolitik konumunu her zaman güçlendirmediği ve süper güçlerin bu etkilerden tamamen kaçamayacağı göz önüne alındığında, nükleer silahların yayılmasını önleme rejiminin sürdürülmesinde güçlü bir küresel çıkar olmalıdır.

Mevcut koşullar altında, silahlanmada bir miktar eşitsizlik çoğu devlet için kabul edilebilirdir çünkü alternatifi -anarşik eşitlik- daha tehlikelidir. Ülkeler bomba olmadan, bombaya sahip olmaktan daha iyi durumda oldukları sürece, nükleer silah teknolojisinin yayılmasını yavaşlatma politikası güçlü bir temele dayanacaktır. Gerçekçi olmak gerekirse, uluslararası bir rejimin önemli bir kısıtlayıcı etkiye sahip olması için mükemmel bir uyuma ihtiyacı yoktur. Ancak normlar ve kurumlarda bir kez aşınma başladığında bunu durdurmak zor olabilir.

YORUMLAR (6)
6 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.