Çözemeyen çözüm tedbirleri
Daralmış bir ekonomide iktisadi faaliyetleri artırmaya çalışmak kamunun ilk görevlerindendir. İç piyasada öyle bir talep türü yaratalım ki; artan bu iktisadi faaliyet hem ithalatı artırmasın hem de iç ticarette bir tetikleme yaratsın isteniyorsa; başta konut olmak üzere, inşaat sektörü bunu sağlayabilecek sektörlerden başında gelir. Her ne kadar, hükümetin anıtsal inşaat projeleri olan havaalanları, otoban ve devasa köprüler gibi projelerle aşırı övünmesi; şehrin çeperlerinde dikilen konut projelerinin yoğun reklam ihtiyacı ve şehir planlarındaki çarpık yapılaşma toplumda, inşaata karşı bıkkınlık ve kızgınlık yaratıyor olsa bile, bu böyledir.
Hükümetin konut imalat ve ticaretini artırmak için ucuz konut kredisi temin edecek mekanizmalar kurması da hem doğrudur hem de görevi.
Konut kredileri aylık faiz/kâr payı oranının kamu bankalarında yüzde 0,99’a düşürülmesi mekanizmasından dolayı, kamu bankalarının konut kredilerinden zarar edeceği kesin. Hükümetin kamu bankalarına ‘zararına kredi kullandırma’sı ilk değil. Halen Ziraat Bankası tarım kesimine ve Halk Bankası da esnaf kesimine zararına kredi verebilmektedir. Ancak, hükümet, bu kredilerden dolayı bankaların uğrayacağı zararları telafi etmek için ‘görev zararı’ bütçesi oluşturur. Destekleme niteliğindeki sektörel kredilerin oluşturacağı zararın hacmi en baştan itibaren öngörüldüğü ve telafi kaynağı bilindiği için makul karşılanıyor.
Ancak konut kredilerinde, konut başına üst bir kredi limiti bulunmasına rağmen, katılım bankalarında 250 bin TL ve diğerlerinde 500 bin TL’ye kadar, toplam hacim için bir üst sınırlama açıklanmadı. Her bankanın her işi yapmayabileceği kabul edilebilir bir olgu; fakat bazı finansal ürünlerin sadece kamu bankalarının tekeline verilmesi sektörün genel algısını bozar.
Bu durum kamu bankalarını hükümetin bir ödeme ve tahsilat kurumuna dönüştürürken, özel bankaları, iş yapma imtiyaz ve yetkilerinde ‘ikinci sınıf’ konumuna indirir ve ‘sektörün itibarı’nı düşürür. Son tahlilde itibarı düşmüş ve niteliği başkalaşıma uğramış, mesela kamu tarafından dışlanmış bir bankacılık sistemine uluslararası bankacılık çevreleri de aynı şekilde muamele eder ve bu piyasalardan kaynak sağlama şartları zorlaşabilir.
Konut kredisiyle ilgili daha doğru ve işlevsel önerilerimi sonraki yazılarımda ayrıntılandıracağım. Şimdilik, mevcut uygulamayla ilgili şöyle bir önerim olabilir: Hükümet: Her ay 0,99 faiz/kâr payı oranıyla konut kredisi kullandırmak istiyorum. Bu fonu kullandıracak bankalara da katkı payı sunacağım. Katkı payı oranıyla ilgili ihale açıyorum, diyebilir. Böylece tüm bankaları işin içinde tutarak daha yaygın bir dağıtım ağı oluşturur ve de işi ‘ticari aklın’ gereğinden uzaklaştırmaz.
Kamu, tam tersine bir yanlışı diğer bir yanlışla gidermeye çalışıyor. TCMB tarafından alınan kararlarla, kamu bankalarının zararlarının bir kısmını azaltmaya çalışıyor. Makro ihtiyati tedbirler genellikle kredilerde ölçüsüz şekilde açılan bankaları veya sektörü dizginlemeye ve dengelemeye yardımcı kararlar bütünüdür. Mesela istenmeyen ölçüde kredi hacmi artan ya da bir sektöre aşırı miktarda kredi veren bankalara kısıtlamalar ya da ek yükümlülükler, mesela sermaye artışı, getirilebilir. TCMB son kararlarıyla, ‘madem yüksek oranda kredi verdin, al bendeki zorunlu karşılığını biraz daha kredi ver’ demiş oldu. İlaveten, kamu bankalarının TCMB nezdindeki kalan paralarına daha yüksek faiz tahakkuk ettirirken; diğer bankalara, aşırı ihtiyatlı davrandıkları için, adeta ceza niteliğinde daha düşük faiz vereceğini açıklayarak; ötekileştirdi.
Kamu bir krizde olunduğunun farkında. Bu krizi aşmak için tedbirler almak zorunluluğunun da. Kendince bazen kurnazca bazen de panik içinde kararlar alıyor. Ancak aldığı kararlar umduğu etkiyi üretmediği gibi çoğunlukla tam tersi sonuçlar üretiyor.
Hükümet ne istediğini biliyor mu?.., tartışacağız...