16 Nisan bir mucize reçetesi mi?

Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren kısa bir siyasal tarih okuması yaptığımızda, Türkiye’nin sürekli bir sistem arayışı ve sistem değişimi içinde olduğunu görmek mümkün. Kanuni Esasi’den başlayarak zaman zaman yasamanın yürütmeyi denetlediği, zaman zaman da yürütmenin tümüyle kontrolü ele aldığı sistemsel denemeler yaptığımız bir vakıa.

Ve bir buçuk asır içinde beş anayasa ve bu anayasalarda sayısız değişiklikler... Ancak kabul etmek gerekiyor ki bu sistem değişimlerinin hiçbirisi Osmanlı’nın yıkılışını önleyemediği gibi, Cumhuriyet dönemi problemlerinin çözümünde de çare olamamış ve Türkiye sürekli bir sistem arayışı içinde olmuştur.

Gerek İkinci Meşrutiyet döneminde, gerekse Cumhuriyet döneminde yapılan bütün sistem tartışmaları elbette siyasal kültürümüz açısından önemli bir tecrübedir. Ancak bütün bu tartışmalara yapısal sorunlarımızın çözümü açısından baktığımızda, geldiğimiz noktanın hiç de umut verici olmadığını görmek gerekiyor.

***

M. Şükrü Hanioğlu 5 Mart 2017’de Sabah gazetesindeki köşesinde bu konuda çok önemli tespitlerde bulunuyor. İkinci Meşrutiyet Dönemi siyasetinin temel tartışması olan, “7 ve 35. madde” değişimi ile ilgili sistem tartışmasının giderek iktidar ile muhalefet arasında ölüm-kalım savaşına dönüştüğünü belirten Hanioğlu şunları söylüyor: “Bu çerçevede İttihad ve Terakki yeni sistemin ‘istibdad’ın dirilerek ülkeyi yeniden pençesine almasını engelleyeceğini savunurken muhalifleri ‘vatan hainliği’ ve ‘hürriyet aleyhtarlığı’ ile suçlamıştı. Muhalefet ise ‘parti diktası’ ithamından ‘35. Madde değişikliğinin gerçekte otuz gün oruç ve beş vakit namazın yasaklanması’nı hedeflediği iddialarına varan eleştirilere yönelmişti.”

Benzer tartışmaları 1961 ve 1980 12 Eylül darbe anayasaları sonrasında da tartışmalar en keskin şekilde devam etti. Ayrıca darbe anayasaları ile getirilen korunaklı vesayet aracılığı ile iktidarların muktedir olamadığı siyasal çaresizlik dönemlerini de yaşadık. Görüldüğü gibi bütün tartışmalar iktidar-muhalefet çatışmasının ötesine geçerek yeni ve güçlü bir sistem inşasını ne yazık ki mümkün kılamamıştır.

Şimdi geldiğimiz noktada 18 maddelik anayasa değişikliği çerçevesinde bir kez daha keskin bir sistem tartışmasını yaşıyoruz. Bir taraf “Rejim değişiyor” gibi absürt bir iddiayı dillendirirken, diğer taraf ise “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi gelecek bütün dertler bitecek” argümanıyla toplumda umutları yükselten bir kampanya yürütüyor.

***

Hiç kuşkusuz 16 Nisan’da rejim değişmeyecek ama referandum sonrasında bütün dertlerimize derman olacak bir mucize reçete de sunulmayacak. Ayrıca kimsenin elinde sihirli bir değnek yok ki dokununca her şey güllük gülistanlık olsun... Dolayısıyla referandumun Türkiye’nin bütün yapısal sorunlarını çözeceğine inanmak çok da gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. Eğer öyle olsaydı, bugüne kadar yaptığımız sayısız anayasa değişiklikleri derdimize merhem olurdu ama olmadı.

Kuşkusuz bu ‘Öyleyse hiç anayasa değişikliği yapmayalım’ anlamına gelmiyor. Elbette evrensel hukuk normlarına uygun, bütün toplum kesimlerinin büyük ölçüde konsensüs sağladığı bir sivil anayasayı kesinlikle yapmak zorundayız, hem de zaman kaybetmeden...

Çünkü Türkiye’nin esas itibariyle yasal altyapısı sağlam oluşturulmuş özgürlükçü bir toplum sözleşmesine ihtiyacı var. Türkiye’nin temel problemlerini çözmek için başka bir yol da gözükmüyor. Ya gerçekten özgürlükçü bir anayasa ile yeni bir sistem inşa edeceğiz, ya da ömür boyu tartışmaya devam edeceğiz.

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum