AK Parti’de “ikinci Erdoğan dönemi”
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçildikten sonra toplanan olanağanüstü AK Parti kongresinde partililere şu cümlelerle veda etmişti: “Adalet ve Kalkınma Partisi’ni yani aşkımı, sevdamı, tutkumu, kavgamı da önce Allah’a, sonra sizlere emanet ediyorum. Yeniden görüşmek, yeniden kavuşmak umuduyla, kalın sağlıcakla diyorum.”
979 günlük bir aradan sonra nihayet hasret bitti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün yeniden AK Parti üyesi olmasıyla birlikte büyük buluşma gerçekleşmiş oldu. Malum olduğu üzere 16 Nisan’da yapılan referandumla birlikte sistem değişti ve yeni bir dönem başladı. Demokratik dünyadaki başkanlık ve parlamenter sistem örnekleriyle benzerliği bulunmayan “Türk tipi başkanlık sistemi”nin en bariz özelliklerinden birisi, cumhurbaşkanının aynı zamanda partisinin genel başkanı olabilmesinin yolunu açmasıdır.
***
Muhtemelen 21 Mayıs’taki AK Parti 2. Olağanüstü Büyük Kongresi’nden sonra, artık Erdoğan’ı cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı olarak tanımlayacağız.
“İkinci Erdoğan dönemi”nin, yeni sistemle birlikte Türkiye’nin yönetimsel anlamda şekillenmesinde hayati bir öneme sahip olduğunun altını çizmek gerekiyor. Zira yeni dönemde Türkiye’nin yönetim yapısı “parti-cumhurbaşkanlığı” ekseninde şekillenecek.
Türkiye’nin kurumsal hafızasının neredeyse Meclis-i Mebusan’dan bu yana parlamenter sistemle şekillendiği dikkate alındığında, yeni dönemin özellikle oluşum safhasında çok daha yoğun bir mesaiye ihtiyaç olduğu muhakkak. Muhtemelen Cumhurbaşkanı Erdoğan bu aciliyeti gördüğü içindir ki, 2019’u beklemeden partisinin başına geçmeyi uygun buldu. Sadece bu değil elbette, cumhurbaşkanının önünde hem partinin birlik ve bütünlüğünü sağlamak hem de sistemi inşa etmek gibi bir sorumluluğu bulunuyor. Dün AK Parti genel merkezinde gerçekleşen kayıt töreninde cumhurbaşkanının konuşmasındaki, “Saflarımızı daha da sıklaştırmalıyız” sözlerini bu çerçevede okumak gerektiği kanaatindeyim.
Kuşkusuz bu süreçte cumhurbaşkanının belki de en çok mesai harcaması gereken alan, 2019’a hazırlık konusu olacaktır. Çünkü 16 Nisan referandum sonuçları çok da konforlu bir durum üretmemiştir. Özellikle İstanbul ve Ankara başta olmak üzere büyükşehirlerde “hayır” çıkmış olması, AK Parti açısından bir alarm niteliği taşımaktadır.
Referandum sonuçlarına bakarak söylemek gerekirse, bir kere partinin en tepesinden mahalle teşkilatlarına kadar her aşamada bir dinamizm ruhuna ihtiyaç vardır. Zira biraz daha yakından bakıldığında, bir süredir AK Parti adına racon kesen ama bu partinin misyonuyla uzaktan yakından bir alakası bulunmayan bazı kesimlerin kullandığı itici ve yıkıcı dilin AK Parti’ye gönül verenlerin zihnini fazlasıyla bulandırdığı görülecektir.
***
Şimdi, bizzat AK parti teşkilatlarında görev alan ve bu partiye gönül verenlerin ortak beklentisi, Erdoğan’ın 21 Mayıs’ta partisinin başına geçmesiyle birlikte 2002’de “ortak aklın” ortaya koyduğu o kucaklayıcı dilin, bütün toplumsal kesimlerin yüreğine dokunan pırıltılı günlerin partiye yeniden hakim olmasıdır.
Teşkilatların ötesinde bütün sosyal kesimlerin kucaklayıcı bir dile şiddetle ihtiyacı vardır. Evet, AK Parti’nin derlenip toparlanması 2019’daki cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde başarı için elzemdir ama aynı zamanda ülkede sürdürülebilir bir barış ortamının tesis açısından çok daha önemlidir. Bu yüzden de 16 Nisan sonuçlarının olabildiğince zihni bir berraklık içinde okunmasında yarar var. Bugüne kadar AK Parti’ye gönül verdikleri halde 16 Nisan’da zihni bir kopuş yaşayanlar yeniden kazanılmalı ve ayrıştırıcı bir dile asla izin verilmemelidir.
Şundan eminim ki, sıfırdan başlayarak AK Parti’yi Türkiye’nin umudu haline getiren Tayyip Erdoğan, 21 Mayıs’tan sonra yine ezberleri bozacak ve yeni bir demokrasi ve özgürlük iklimi başlatacaktır.