Yılın 355’inci gününde…
Bilirsiniz, tarihin önemli dönüm noktaları vardır. İçinde yaşayanlar çok farkında olmasa da bazen küçük bir olay, bazen büyük bir savaş, bazen bir seçim, bazen de bir düşünce dünya siyasetinin akışını değiştirir. Tarih öngörülenden farklı bir mecrada akmaya, fikri ve siyasi dengeler yeniden oluşmaya başlar.
Mesela Tunus’ta bir sokak satıcısı aşağılandığını düşünerek kendini yakar Arap Baharı diye adlandırılan devrimler silsilesine, bulunduğu bölgenin istikrarsızlaşmasına, yarattığı göç dalgalarıyla Avrupa ve hatta Amerika sağının yükselişine, ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının hortlamasına neden olur.
Ya da 1933’de olduğu gibi Hitler iktidara gelir, yayılmacılığı ve kıyımıyla dünyayı değiştirir. Veya İkinci Dünya Savaşı tüm dünya düzeninin yeniden kurgulanmasına yol açar. Hatta işçi sınıfının üretim sürecinde sömürüldüğünü verileriyle ispatlayan bir anlatı önce Rusya’da, sonra Çin ve daha pek çok yerde rejim değişikliklerine meşruiyet sağlar.
1648’de imzalanan Westphalia Antlaşması devletler arası sistemin sorgulanmasına rağmen bugün de geçerli olan normlarının oluşmasına vesile olur. 1789 Fransız Devrimi, 1871 Almanya bütünleşmesi, 1914’de Avusturya Macaristan Veliahdının öldürülmesi, 1949’da NATO’nun kurulması, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması tarihin akışını değiştiren gelişmelerdir.
2025 yılını ileride değerlendirenler de sanırım 20 Ocak’ta başkanlık koltuğuna ikinci kez oturan Trump hakkında benzeri şeyler söyleyecekler, MAGA anlayışı, ırkçılığı, dünyaya “işlemsel” bakışı ve özellikle de yayınladığı ulusal güvenlik stratejisiyle her şeyi altüst ettiğini, ülkesinin Avrupa ile olan ilişkilerini kökünden etkilediğini anlatacaklardır.
Avrupa, Nathalie Tocci’nin Guardian’daki köşesinde bir süredir dillendirdiği gibi kendi savunmasını kendisi yapmak için samimi çaba harcamaya başlar mı, Amerika’nın arkasına sığınıp siyaset geliştirmek huyundan, hemen her konuda peşine takılmak kolaycılığından vaz geçer mi bilinmez ama bu yıl içinde en az iki kez ciddi biçimde sarsıldığı gerçek.
Kendilerine sorulmadan Ukrayna için barış planı hazırlanmasını, Rusya ile pazarlıkta kazancın Amerika’ya kaybın Avrupa’ya yazılmasını, ülkenin iki yıllık bütçesinin tamamının kendilerinin karşılamasını, AB büyüklerinin Macaristan, Slovakya, Çekya gibi küçükleri ve tabii ki Belçika’yı ikna edememelerini unutmaları, hazmetmeleri kolay değil.
Benzerini NSS, yani geçtiğimiz günlerde açıklanan Avrupa’yı demokrasi açığıyla suçlayan, müttefiklerini ağır bir dille eleştiren, iç işlerine karışıp aşırı sağ akımları destek vadeden ve aslında Avrupa bütünleşmesinin sonunu getirmeyi içten içe hedefleyen Ulusal Güvenlik Stratejisi için de söylemek mümkün.
Artık Danimarka’dan toprak talebinde bulunmasında ve Başkan Yardımcısı Vance’in Münih’te Avrupa’ya insan hakları ve demokrasi dersi vermesinde olduğu gibi yapılanları, söylenenleri hafife almaları zor. Amerika bariz bir şekilde onları dışlıyor, Ortadoğu’da kurduğu düzende dahi Avrupa’ya sorumluluk vermekten kaçınıyor.
Rusya ile bir an önce anlaşıp Ukrayna’daki vekalet savaşını vekili ve ona Rusya’yı yormak, yıpratmak, zayıflatmak adına destek veren Avrupa’nın belli başlı ülkelerini hayal kırıklığına uğratmak pahasına bitirmek istiyor. Trump ülkesinin hegemonik sorumluluklarını kısıtlayıp, Çin’le olan rekabetine yoğunlaşmak arzusunu saklamıyor.
Bana Trump ve düşünsel yakın çevresi bir zamanlar büyük devletler arası mücadelelerden en çok mücadeleyi verenlerin zarar gördüğünü anlatan Paul Kennedy’den, ona yakın şeyleri farklı bir açıdan söyleyen Immanuel Wallerstein’dan, biraz da Andrew Taylor’dan etkilenmişler gibi geliyor.
Ancak Trump’ın ve çevresinin jeopolitik okuması Avrupa’yı zor seçimler yapmaya, becerebildiği, bütünlüğünü koruyabildiği taktirde üçüncü, eğer Rusya ve Çin ayrışırsa dördüncü bir blok olarak dünya siyaset sahnesine çıkmakla kendi içine kapanmak ve muhtemelen dağılmak arasında seçim yapmaya teşvik ediyor.
Tocci gibi kanaat önderleri belki de hiç olmayan Avrupa ortak aklını harekete geçirmeye, onu bir blok olarak dünya siyaset sahnesinde yer almaya çalışırken, merkezkaç güçler ve giderek yükselen aşırı sağ onu bambaşka bir yöne çekiyor. Ukrayna savaşının bitirilme olasılığı da Avrupa’yı birleştirici gücün ortadan kalkacağına, dışsal ötekinin yerini içsel ötekinin alacağına işaret ediyor…
