Avrupa hiç böyle bir ihanet yaşamadı
İkibinli yılların başlarında, yani dolu dizgin Avrupa Birliği yazıları yazdığım günlerde Avusturya’da yaşayan şair bir dostum, “Ocaktan uzaktan kendini bu kadar kaptırma bu Avrupalıların topu (Avrupalılar kelimesinden sonraki argo tabiri buraya almıyorum) sapına kadar faşisttirler, her gün demokrasi satarlar ama kendileri dışındakilere karşı asla demokrat değildirler” demişti.
Şair dostum sosyalisttir, dobra bir adamdır, söyleyeceklerini bir takım korunaklı kelimelerin arkasına saklamadan açık açık söyler. Ben de o gün kendisine bütün bunları bile bile ateşli AB yazıları yazdığımı söylemiştim.
Bugün de aynı şekilde düşünüyorum; maalesef Avrupa Birliği ülkeleri genetik kodlarının derinlerindeki ‘Haçlı duygusu’nun da tetiklemesiyle zaman zaman ayrımcı ve faşizan savrulmalardan bir türlü kurtulamıyor. Ama her şeye rağmen AB’nin kuruluş felsefesini şekillendiren demokratik değerler önemlidir ve AB hedefi Türkiye’nin en sahici hedefidir. Ama gelin görün ki bugün Avrupa ile önemli krizler yaşıyoruz. Bir kere AB’nin bugüne kadar Türkiye’ye verdiği taahhütlere sadık kaldığını ne yazık ki söylemek mümkün değildir. Öyle ki Bulgaristan ve Kıbrıs Rum kesiminin üyeliğine bile cevaz veren AB kriterleri, Türkiye söz konusu olduğunda nedense bir türlü işlemiyor. Şu anda bile bu iki ülkenin ekonomik ve demokratik değerler anlamında AB kriterleri ile uzaktan yakından bir ilgisinin olduğunu söylemek mümkün değildir. Ama kağıt üzerinde onlar fiilen AB üyesidirler.
Kimse kusura bakmasın ama, Türkiye’nin ekonomik ve demokratik standartları pek çok AB üyesi ülkenin çok çok üstündedir. Birilerinin şu günlerde Türkiye’de uygulanan OHAL’i gerekçe göstererek itiraz ettikleri duyar gibiyim. Evet doğrudur, şu anda Türkiye’de 15 Temmuz ihaneti yüzünden olağanüstü bir durum yaşanıyor. Ama unutmayalım ki 15 Temmuz gecesi yaşanan travma öyle her demokratik ülkenin üstesinden gelebileceği bir travma değildir. Dolayısıyla o gece demokrasi adına tankların önüne yatan insanların sivil direnişi her türlü taktirin üstündedir.
Kabul etmek gerekir ki, böylesi bir felaketi yaşayan ülkede bazı olağanüstü tedbirlerin alınması da doğaldır. Eğer böyle bir ihanet herhangi bir Avrupa ülkesinin başına gelseydi, herhalde bugün bambaşka bir Avrupa ile karşılaşırdık. Hal böyleyken, Türkiye’nin yaşadığı ihaneti anlamak yerine ‘diktatöryal Türkiye’ senaryoları yazmak hiçbir vicdanla ve hakkaniyetle bağdaşmaz. Maalesef Avrupa medyası şu günlerde Erdoğan nefreti üzerinden kelimenin tam anlamıyla İslamofobik bir görüntü sergilemektedir. Öyle ki, her gün bir Avrupa gazetesi ya da dergisinin Türkiye’nin değerlerine karşı yürüttüğü saldırı kampanyası patolojik bir hal almış bulunuyor.
Özellikle Alman medyasının son derece planlı Türkiye düşmanlığı demokratik vicdanı sızlatacak boyuttadır. Geçtiğimiz hafta Der Spiegel dergisi başlığında “Yangın yeri Türkiye” ifadesini kullanarak adeta darbecileri alkışlayan bir tavır sergilemekten çekinmemiştir.
Der Spiegel’in ardından bu kez de Almanya’da iş ve finans dergisi niteliğindeki Handelsblatt yine Erdoğan’ı kapağına taşıyarak “Bir diktatör doğdu 2016” başlığı ile Türkiye düşmanlığında zirve yaptı. Elbette OHAL uygulamasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da belirttiği gibi “At izinin it izine karıştığı” bir takım tatsız durumlar ortaya çıkabilmektedir. Bu meyanda medyanın hukuksuzluklar konusunda her türlü eleştiri yapma hakkı vardır. Ancak hakkaniyet ölçüleri içinde söylemek gerekirse, hukuk ihlalleri konusunda eleştiri yapmanın yolu Erdoğan nefreti ve Türkiye düşmanlığı üretmek değildir.
Gözleri Erdoğan nefretiyle kör olan bu tavrın demokratik değerlerle bir izahı yapılamaz. Çünkü demokrasi ruhu önce darbeleri lanetlemeyi ve tavır almayı zorunlu kılar. Cuntacılara tek laf etmeden Türkiye düşmanlığı yapmak demokratlık olmadığı gibi ahlaki de değildir.