Demokrasinin yeni zebanileri korkutuyor
2017 yılına umutlarla başlamayı ve yeni hayallere yelken açmayı diledik hep. Ancak yaşadığımız dünyanın gerçekleri, her zaman umutlarımıza paralel bir seyir izlemiyor. Reina saldırısı maalesef kolumuzu, kanadımızı kırdı ve yeni yıla kederli bir başlangıç yaptık. Dolayısıyla gerçekleri ıskalamamak için yaşadığımız dünyaya daha sahici bir perspektiften bakmakta yarar var.
Ne yazık ki bütün dünyada yükselen popülizm dalgası, demokrasinin geleceği ve tek tek her birimizin güvenliği açısından endişe verici bir fotoğrafa işaret ediyor.
Önce Avrupa Birliği’nden sıkılan İngiltere’nin milliyetçi rüzgarlara kapılarak Brexit referandumuyla AB’den ayrılması, sonra Avusturya ve İtalya’da çıkan seçim sonuçları Avrupa’nın önemli bir bölümünü bir bakıma faşizmin tehlikeli kıyılarına doğru sürüklemeye başladı.
Ve sonra Amerika’da Trump’ın başkan seçilmesi... Trump’ın küreselleşme karşıtlığı, göçmen düşmanlığı, Müslümanlara karşı İslamofobik yaklaşımı ve despotizmin kurnaz yüzü Putin hayranlığını Avrupa’da yükselen milliyetçi dalga ile birleştirdiğimizde karşımıza ‘değerler çatışması’nı tetikleyen ürkütücü bir dünya fotoğrafı çıkarıyor.
Ne yazık ki bu tablo, demokrasinin geleceği açısından çok daha derin bir krize işaret ediyor. Zira faşizm sosu biraz fazla kaçmış bu liderlerin arkasında derin bir öfke ve hiddet birikimi var demektir.
Görünen o ki, demokrasiden yorulan Amerikan ve Avrupa toplumlarının önemli bir bölümü demokrasinin başına yeni zebaniler getirmekte bir beis görmemektedirler.
***
Avrupa’da yükselen milliyetçi rüzgarların ve Trump popülizminin demokrasinin geleceği açısından nasıl bir maliyet üreteceğini şimdiden kestirmek elbette zor. Ama bu popülist çılgınlığın barıştan çok, şiddet üreteceğini söylemek bir kehanet olmayacaktır.
Ne yazık ki demokratik dünya, bugüne kadar uluslararası hukuk sistemini ve demokratik değerleri adeta göstere göstere ihlal edenleri sadece seyretti, çılgın ve gaddar liderler için bir bakıma referans oluşturdu.
Mesela İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği cinayetleri Amerika ve Avrupa görmezden geldi, neredeyse bir ‘eline sağlık’ demediği kaldı.
Güya Amerika’nın Suriye’deki kırmızı çizgisi kimyasal silah kullanımıydı. Esad 2013 yılında Doğu Guta bölgesinde kimyasal silah kullanarak aralarında çocukların da olduğu bin 300 kişiyi katletti ama ABD’nin kırmızı çizgisi ortalarda hiç gözükmedi. Sonunda ‘kimyasal silahlar gömülecek’ gibi komik bir gerekçeyle Suriye diktatörü ödüllendirildi.
Amerika’nın Irak ve Afganistan işgali uluslararası sistemin en doğal hakkı olarak gösterildi.
***
Ve sonunda Rusya Kırım’ı ilhak ederken, Suriye’yi işgal ederken Batı dünyasının gıkı bile çıkamadı. Çünkü uluslararası hukuku bizzat ihlal edenlerin haktan ve hukuktan bahsetmeye hakları olamazdı. Bütün bu bilek bükme düzeni göstermiştir ki, gücü olanın işgale de öldürmeye de hakkı vardır!
Maalesef güçlülerin her istediğini yapmaya hakkı olduğu bir dünyada, uluslararası hukuku ve insan haklarını takmayan ve kendine göre yeni kovboy düzenleri kurmaya heveslenen siyasi liderlerin çıkması kaçınılmaz hale gelir.
Öyle anlaşılıyor ki Trumpgillerin popülizm grafiğinin yükseldiği yeni süreçte, artık milliyetçi reflekslerle yabancıların vebalı ilan edildiği, İslamofobinin acımasızca icra edildiği, vicdanları kanatan bir dünyada yaşamak zorundayız.