Demokratik itibarımızı zedelemeden...
Son günlerde yaşadıklarımız maalesef yarınlarımıza dair umutlu bir manzara arzetmiyor. Doğu’da şehirlerimizi kuşatan PKK’nın cinayetleri yüzünden her gün yüreğimiz yanıyor. Büyükşehirlerde terörün şeytani yüzü insanlarımızı elimizden alıyor. Sınırlarımızdaki Suriye’de oluşan kaotik hava yeni terör dalgaları yaratıyor.
Böylesine zor bir coğrafyada çıkış yolunu bulabilmemizin tek şartı, içeride kardeşlik saflarını sıklaştırmaktır. Farklılıklarımızı yok saymadan da, birbirimizin hukukunu koruyarak konuşabilir, tartışabilir ve daha demokratik bir Türkiye’yi birlikte inşa edebiliriz. Bunun için makuliyet dilini korumak yeterli olacaktır.
***
Ama gelin görün ki siyasetten akademi dünyasına, medyadan sivil toplum kuruluşlarına kadar pek çok kesim daha serinkanlı bir üslup yerine, gerilimi tırmandırıcı bir dile teslim olmuş durumda. Oysa demokrasi her zaman bir imkanlar rejimi olmak durumundadır. En zor zamanlarda bile kapıları aralayıp önümüze yeni bir makuliyet iklimi açabilir.
Hiç kuşkusuz bu kapıları zorlayacak olanlar da siyasetçilerdir. İşte Başbakan Ahmet Davutoğlu da dün demokratik aklı harekete geçirerek ülkenin üzerine çöken terör kasvetini dağıtmak için çok önemli bir hamle yaptı. Davutoğlu bütün partilere çağrı yaparak, kendi partisinin milletvekilleri dahil parlamentoda ve başka kademelerde bekleyen dokunulmazlık dosyalarına yargı yolunu açmayı teklif etti.
Bütün mesele budur, kırıp dökmeden, her şartta demokratik imkanlara fırsat vererek yeni çözümler üretebilmektir, her şeye rağmen...
Evet sınırlarımız savaş ateşiyle sarsılıyor, otuz yıldır baş edemediğimiz terör şehirlere indi, canımızı yakıyor ve dolayısıyla sinirlerimiz gerilmiş durumda.
Böylesine hassas bir ortamda akademisyenler PKK’nın cinayetlerine tek laf etmeden, adeta teröre arka çıkan bir dille bildiriler yayınlayınca çok haklı olarak isyan ediyoruz.
***
Kürt halkının oylarıyla parlamentoya giren HDP, Kürt halkına bile ihanet eden bir şımarıklıkla Kandil’e teslim olunca sabrımız taşıyor.
Tayyip Erdoğan nefretiyle gözleri kör olmuş medyadaki küçük bir azınlık, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde görülmeyecek bir pervasızlıkla terörü kutsayınca öfkeden çıldırıyoruz.
Ama her şeye rağmen biraz sükunet...
Konuşan herkesin peşine düşerek, hoşumuza gitmeyen bildiriler yayınlayan akademisyenleri tutuklayarak, söylem düzeyinde ayrılıkçı fikirler beyan eden siyasetçilere dokunarak bu karanlık tünelden çıkamayız.
Elbette terörle fiili ortaklık kuran, doğrudan şiddeti teşvik eden siyasetçiler hariç. Ayrıca hiçbir demokratik toplumda da teröre bulaşan parlamenterlere izin verilemez. Zaten Avrupa Konseyi’nin hukuk kurumu olan Venedik Komisyonu da bu tür parlamenterlerin dokunulmazlığının kaldırılabileceğine cevaz veriyor.
***
Yapılacak olan bellidir, tartışma ve eleştiri zeminini daha da zenginleştirerek söylem ve şiddeti kesin çizgilerle birbirinden ayırmak.
Ve şiddete bulaşan siyasetçi dahil kim olursa olsun hukuka teslim etmek...
Evet terörle mücadelede kesinlikle tavizsiz bir strateji uygulanmalıdır ama terörün ekmeğine yağ sürmeden...
Unutmayalım ki söylemle şiddeti aynı kefede değerlendiren bir mücadele anlayışı Türkiye’nin demokratik itibarını zedeler.