Dindarlık ve dindarlar artıyor ama...
Özellikle son yirmi yıldır bütün dünyada dindarların, bir başka deyişle İslamcıların sosyal hayattaki görünürlüğü çok ciddi bir artış gösterdi. İçinde yaşadığımız Türkiye özelinden baktığımızda bu görünürlüğün sadece sosyal hayatta değil, devlet katlarında da ciddi bir güce tekabül ettiğini rahatlıkla gözlemleyebiliriz.
***
İslam’ın sosyal hayatta görünür kılınması, toplumların İslam’la tanış hale gelmesi elbette dindarlar açısından olumlanacak bir görüntü. Ama acaba bu görüntü dönemsel bir dalga mıdır, yoksa gerçekten dinin içselleştirilerek bir yaşam biçimi haline dönüşmesi midir?
Biliyoruz ki Peygamberimiz esas itibarıyla insanlar arasında güzel ahlakı yaygınlaştırmak ve bir gönül medeniyetini inşa etmek üzere gelmiştir. Dolayısıyla günümüzdeki İslamcı dalganın yükselişine böyle bir perspektiften bakmak durumundayız.
Hal böyleyken, günümüzde her gün biraz daha yükselen İslami dalganın dünyaya sunduğu fotoğraf sanki İslam’ın özündeki ‘iyilik medeniyeti’ ile çok da mütenasip bir görüntü oluşturmadığı gibi bir algıya yol açmaktadır.
Hemen belirtelim, IŞİD benzeri terör unsurlarını doğal olarak sahih bir İslam anlayışının dışında bırakıyoruz. Yani yükselen İslami dalgaya onlar dahil değil.
***
Söz konusu olan, İslam’ı kendisine fikri anlamda referans alan düşünsel ya da siyasi hareketlerdir. Önemli olan bu hareketlerin toplumlara ne tür çözümler sunduğu, nasıl bir gelecek vadettiğidir. Çünkü ‘iyi ahlak’ temelinde yeni bir dünya vaat eden her hareketin birinci önceliği adaletli ve vicdanlı olmaktır.
Maalesef günümüz İslam ülkelerinde İslamcılık, despotik rejimlerin ideolojik bir kılıfı haline dönüşmüştür. Evrensel manada bir hukuk sistemi inşa edilemediği için yolsuzluk, baskıcılık zirve yapmış ve doğal olarak toplumsal çöküş kaçınılmaz hale gelmiştir.
Ne yazık ki bugün İslam dünyası demokratik değerleri içselleştiren bir sistem inşa edemediği için, yükselen İslamcı dalgaya rağmen derin bir uçurumun kenarına gelmiş bulunuyor.
***
İşte tam bu noktada, aslında Türkiye örneği doğru bir referans noktası oluşturabilirdi. Zira Türkiye bütün eksiklerine rağmen uzun bir demokrasi tecrübesine sahip. Özellikle de AK Parti iktidarı hem beslendiği İslami kökler itibarıyla hem de modern demokrasi yolunda önemli adımlar atmış siyasi bir hareket.
Ancak son dönemde AK Parti’nin de bizzat kendi eliyle gerçekleştirdiği demokratik devrimleri sürdürülebilir hale getirmede bazı tereddütler yaşadığı da bir vakıa. Oysa yükselen İslami dalganın kalıcı hale gelebilmesi ve kitlelerin umudunun diri tutulabilmesi için demokratik değerler manzumesi içinde evrensel anlamda güçlü bir hukuk sisteminin inşa edilmesi şart.
Eğer bu başarılamaz, demokratikleşme adımlarında tereddütler oluşursa, geleneksel İslam dünyasından tevarüs eden hastalıklar Türkiye ölçeğinde de yaşanmaya başlar ki, bu hem demokrasimizin pırıltısını azaltır, hem de yükselen umutların bir başka bahara ertelenmesine yol açar.
Hiç tereddütsüz ifade edelim, yıllardır demokrasi ve otoriterlik arasında gidip gelen rejimlerde yaşamak İslam dünyasının kaderi olmamalıdır.
***
Bir Müslüman olarak bu dünyadaki en temel görevi iyilikte ve hayırda yarışmak olan dindarların da demokratik sistemlerde yaşayan insanlar kadar özgür ve demokratik bir sistem içinde yaşamaya hakkı vardır.