Erdoğan olmasın ama darbeciler olsun öyle mi?
15 Temmuz sonrasında Türkiye’nin içine girdiği yeni siyasal evreyi, Avrupa ve Amerika dahil uluslararası aktörlerin darbe girişimi karşısındaki tavrını anlayabilmek ve doğru okumak için elimizde bir tek kriter var; demokratik değerler...
Farzedelim ki Batı’daki demokrasi başkentleri Türkiye’deki demokratik standartları beğenmiyorlar. Haydi biraz daha ileri gidelim ve diyelim ki aynı çevreler Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan da hiç hazzetmiyorlar. Olabilir, kimse kimseyi sevmek zorunda değil.
Ama hemen belirtelim, eğer bir ülkeye ilişkin demokratik standartlar değerlendirmesi yapıyorsanız bunu darbecilere sempati besleyerek, eli silahlı Haşhaşi teröristleri koruyup kollayarak değil, sadece demokratik değerlere göre yapabilirsiniz.
***
Ne Amerika’nın, ne Avrupa’nın ne de bir başka merkezin, halkın özgür iradesiyle ve de yüzde 49.5 gibi bir oyla iktidar olan sivil bir hükümeti ya da yüzde 52’lik bir oranla seçilen bir Cumhurbaşkanı’nı sevmiyorum diye demokrasi dışı güçlere göz kırpma lüksü olamaz.
Maalesef demokrasinin özünü oluşturan ‘halk iradesini’ hafife alan, daha da dramatik olanı 15 Temmuz gecesi eli silahlı üniformalı teröristlere karşı demokratik bir direniş destanı yazan sivil halkı bile görmezden gelen Batı’nın tavrı demokratik değil, kelimenin tam anlamıyla barbarlıktır.
***
Galiba Batı’nın genetik kodlarındaki sert emperyal çekirdek, Batı’ya her konuda temenna çekmeyen demokrasiyi bağımsızlık ekseninde değerlendiren, devlet olarak demokratik değerler içinde daha geniş açılı dış politika tercihlerinde bulunan ülkelerden ve liderlerden pek hoşlanmıyor.
Bunu anlıyoruz, ama eğer bir ülke siyasal iktidarını ve liderini değiştirecekse bunu Batı’nın göz kaş işaretine bakarak değil, tamamen kendi özgür iradesiyle yapacaktır.
Batı’nın görmediği ya da görmek istemediği gerçek budur. Aslında 15 Temmuz gecesinde Türkiye’nin siyasal iktidarı, muhalefet partileri, medyası ve bütün sivil güçleri Avrupa’nın hala ‘demokrasi tiyatrosu’ oynamakta ısrar eden merkezlerine adeta bir demokrasi dersi vermiştir. Ama ne yazık ki Batı sivil demokrasiyi değil, eli silahlı çapulculara sempati göstermeyi tercih etmiştir.
Batı’nın içine düştüğü bu trajik durumu ve 15 Temmuz sonrasında Türkiye toplumunda yaşanan demokratik değişimi daha iyi izah etmek için burada bir anektodu kaydetmek istiyorum.
***
Hayatı boyunca sol düşünceye inanmış sinema yönetmeni bir
dostumla sohbet ederken dedi ki: “Ben Tayyip Erdoğan’a hiç oy vermedim, muhtemelen bundan sonrada vermeyeceğim. Ama o gece Erdoğan bir demokrat gibi çıktı ve halkı darbecilere karşı direnişe çağırdı. Ben oy vermeyebilirim, Erdoğan’ın düşüncelerine de katılmayabilirim. Ama eğer iktidarı değiştireceksem ben değiştiririm, Avrupa’nın, Amerika’nın canı öyle istiyor diye eli silahlı çapulculara temenna çekemem. Batı’nın darbeciler karşısındaki suskunluğu, daha da önemlisi onlara sempati ile bakması kelimenin tam anlamıyla kepazeliktir.”
İşte Batı’nın anlamak istemediği esas yakıcı gerçek budur. Çünkü şimdi daha iyi anlıyoruz ki onların genetik kodlarındaki gizli emperyal duygu istedikleri ülkeyi canlarının istediği gibi dizayn etmeye ayarlıymış. Bu önyargılı bir Batı karşıtlığı değil, 15 Temmuz gecesi verdikleri fotoğrafın aynıyla tercümesidir. Eminim ki bu tanımlama hiç hoşlarına gitmeyecektir, ama 15 Temmuz’da sergiledikleri tavır, ne yazık ki Türkiye toplumunda aynen böyle algılanmıştır.