Ezberlenmiş şablonlarla eksen kayması...
Avrupa Birliği ile gerilimli günlerin yaşandığı son dönemde siyasetten medyaya kadar pek çok alanda müthiş bir Şangay savrulması yaşandı. Bu konuda stratejik analizler, yorumlar birbirini izledi. İlgili ilgisiz hemen herkes ciddi ciddi “Türkiye eksen mi değiştiriyor?” sorularını sormaya başladı.
Oysa işin aslına vakıf olanlar, Şangay’ın ‘eksen’ olarak tanımlanacak bir örgüt olmadığını, işin özünün Çin’le Rusya’nın bölgelerindeki nüfuzlarını daha da tahkim etmek için etraflarına topladıkları ülkelerle oluşturdukları ‘kağıttan kaplan’ niteliğinde bir topluluk olduğunu çok iyi biliyorlardı.
Dolayısıyla Türkiye’nin, henüz gelecek tasavvuru bile olmayan böyle bir yapı içinde fiilen yer alması zaten mümkün değildi. Ayrıca Türkiye’nin Orta Asya ile olan gönül bağları da dikkate alındığında Çin ve Rusya’nın böyle bir katılıma asla rıza göstermeyecekleri de bir gerçek. Hele hele NATO’dan ayrılmadan asla mümkün değil.
***
Evet Türkiye NATO’nun çok önemli ülkelerinden birisi, AB ile tam üyelik müzakereleri yürütüyor. Ancak var olan bu yapı, Türkiye’nin bütün yumurtaları aynı sepete koyması anlamına gelmiyor elbette. Batı camiası içinde yer alan Türkiye Şangay’ı oluşturan Çin’le de, Rusya ile de, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan ile de ikili ilişkilerini en üst seviyede sürdürmeye devam edecektir.
Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Şangay’a ilişkin açıklamalarını daha geniş açılı bir Türkiye perspektifi ile okumakta yarar var. Ancak bizde siyasi liderlerin değerlendirmeleri genelde ezberlenmiş şablonlar üzerinden okunduğu için bir anda “Yaşasın Şangay’a giriyoruz, NATO’dan çıkalım, zaten AB de Hristiyan kulübü” benzeri sloganlarla yeri göğü inletiyoruz.
Bu manzara memlekette eli kalem tutan elit konumundaki kesimlerin kalite düzeyini göstermesi açısından son derece manidardır. Kimse çıkıp “Bir dakika neyin nesidir bu Şangay” deme ihtiyacı bile hissetmiyor. Çünkü dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmeleri kendi zihni melekeleriyle değil, tamamen ezberlenmiş siyasi şablonlarla değerlendirdikleri için herhangi bir sorumluluk duygusu da taşımıyorlar. Bir adım sonrası uçurum olsa bile umurlarında olmuyor.
Oysa Türkiye tarihsel seyri içinde oluşan siyasi bağları ve ekonomik ilişkileri itibarıyla temelde Batı’nın bir parçası olduğu için, zaman zaman küçük çaplı krizler yaşansa da sonuçta ana istikamet çok fazla değişmiyor.
***
Nitekim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan iki üç gün önce yaptığı bir konuşmada bu konuda çok önemli tespitlerde bulundu:
“Türkiye aynı zamanda bir Avrupa ülkesidir. 650 yılı aşkın süredir kesintisiz şekilde Avrupa’da medeniyetimizle varız, var olmaya devam edeceğiz. Biz Avrupa’da misafir değil, ev sahibiyiz. Bizi Avrupa’dan dışlamaya Avrupa Birliği ülkelerinin gücü yetmez.
Bizim Avrupa Birliği’nin peşinden koşacak sabrımız ve takatımız kalmadı. Üzerimizde yarım asırdır süren oyalamacanın yorgunluğu var. Batı ile olan ilişkilerimizi Doğu’ya, Doğu ile olan ilişkilerimizi Batı’ya alternatif görmüyoruz.”
Mevsimlik Şangay sevdasına kapılıp Türkiye’nin bu kampta yer almasını ‘Milli duruş’ olarak görenler Cumhurbaşkanı’nın bu açıklamasından sonra manevra yapmakta biraz sıkıntı çekecekler ama, ne yapalım ki gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi bir huyu var.