Hayatın dışında bir ‘İslami yönetim’ olabilir mi?
Demokrasi bahsindeki düşünce egzersizlerine yapılan itirazların temelini “Batı’nın kavramlarıyla konuşmayalım, esas itibariyle İslami yönetim nasıl olmalı onu tartışalım” düşüncesi oluşturuyor. Kabul, Batı’nın kavramlarıyla konuşmayalım, ama bunu yaparken dinin temel ilkeleri konusunda herhangi zihni bir sapmaya da izin vermeyelim. Bu konuda en sahih kaynak ise Kur’an ve Hz. Peygamberin sünneti.
İslam’ın ana kaynakları olan Kur’an ve sünnetten edindiğimiz bilgilere göre İslam, çerçevesi çizilmiş, tarifi yapılmış bir siyasi rejim modeli önermez. Yani din bir ülkenin, bir beldenin, bir şehrin krallıkla mı, sultanlıkla mı, monarşiyle mi ya da ticaretin teknik anlamda hangi yöntemlerle yapılacağının, fabrikaların nasıl bir maliyet analizlerine göre inşa edileceğinin reçetesiyle ilgilenmiyor.
Çünkü din için esas olan adaletin gerçekleşmesi, zulmün önlenmesi ve ahlakın egemen olmasıdır. Siyaset dahil bu dünyada yapıp ettiğimiz bütün işlerde, yani ekonomiden uluslararası ilişkilere kadar her alanda ahlaki ilkeleri belirler ve rehberlik eder. Böyle olduğu içindir ki, yeryüzündeki en küçük kabilelerden modern toplumlara kadar herkes İslam’ın evrensel mesajının muhatabıdır. Kısacası İslam kimin şehirde ya da köyde yaşayacağına, hangi mesleği icra edeceğine, mühendis mi, ekonomist mi olacağına, imar planlamalarının nasıl yapılacağına karışmaz. Bu konuda Hz Peygamberin bir uygulamasını hatırlatmakta yarar var. Bir keresinde hurma aşılamasına engel olan Hz. Peygamber, hurma ağaçlarının mahsul vermediğini görünce, sahabeye “Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz” diyerek dünyevi işlerde uzmanlığın esas alınması gerektiğine işaret etmiştir.
***
Bütün bunlar rasyonel alana ilişkin işlerdir. Çok doğal olarak toplumlardaki sosyal değişimler, ihtiyaçlar çerçevesinde toplumdan topluma farklılıklar arzeden ekonomik ve siyasi gelişmeler, kültürel birikimler aynı zamanda yönetimlerin de karakterini belirler. Dolayısıyla dünyasal ilişkilerinizi hangi vasıtalarla yapacağınıza din karar vermez. Ama din bütün bu işlerde hakkın-hukukun ve adaletin sağlanmasını ister.
Eğer ‘İslami yönetim’den kastımız, ahlakın, hukukun adaletin tesis edilmesiyse, bu konuda dinin koyduğu temel ilkeler belli ve bu konuda bir ihtilaf da yok. İlkeler esas olmak kaydıyla, insan iradesi istediği yönetim şeklini tercih edebilir. Çünkü Allah insana akıl, zeka vermiş, irade vermiş ve kainatı musahhar kılmış, dolayısıyla iyiyi ya da kötüyü seçme tamamen onun özgür iradesine bağlıdır. Dünyanın imtihan alanı olmasının hikmeti de bu zaten.
Ayrıca unutmayalım, sistemin adını ‘İslami’ koymakla İslami olmuyor maalesef... Bugün çok sayıda İslam ülkesi var ve neredeyse hiçbirinde dinin emrettiği adalet yok, özgürlük yok ve insan hakları yok.
Bu zaviyeden baktığımızda galiba şöyle bir tespit yapmak gerekiyor; maalesef İslam toplumlarında dinle hayat arasındaki bağ giderek zayıflamış ve Müslümanlar dünyadaki değişimi doğru okuyup yeni bilgiler üreterek tedbir almakta gecikmişlerdir. Ne yazık ki Batı dünyasındaki bilimsel, teknolojik ve hukuki gelişmeler karşısında yaşanan travma sonucu İslam toplumları giderek kendi içine kapanmış ve kendinin dahil olmadığı bütün gelişmeleri bir din ve iman meselesi haline dönüştürerek direnmeyi tercih etmiştir.
***
Mesela Müslüman dünyada ‘hukukun üstünlüğü’ ve ‘kuvvetler ayrılığı’ gibi evrensel hukuk normlarına karşı çıkışın hiçbir ahlaki ve dini mesnedi yoktur. Biliyoruz ki İslam siyasi düşüncesinde, siyasi otoritenin tek meşruiyet kaynağı hukuktur. Kendilerine Allah tarafından peygamberlik ve iktidar verilen peygamberlere ilişkin, insanlar arasında adaletle hükmetmelerini emreden pek çok ayet bulunmaktadır. Kuvvetler ayrılığı dediğimiz kavram özü itibariyle yönetenlerin denetlenmesi meselesidir. Diyelim ki, buna ‘Batı düşünce sisteminin bir üründür’ diye karşı çıktık. Peki İslami dediğimiz yönetimde yöneticiler layüsel mi olmalıdırlar? Eğer bu düşünceye itibar edecek olursak, Hz. Ömer’e hutbede giydiği ikinci elbisenin hesabını soran sahabenin nasıl bir eylemde bulunduğunu izah etmemiz gerekecek.
Hiç hayali yönetim modelleri icat etmeye gerek yok, İslam’ın ilk dönem uygulamalarını dikkatle incelersek halifelerin bile hukuki bir denetime tabi olduğunu rahatlıkla görebiliriz.