İslami düşüncenin gelmek istediği yer burası mı?
Uzun süredir çocukluğumdan beri içinde yer aldığım dindar camia ile ilgili içimde müthiş fırtınalar kopuyor. Günlerdir kafamın içinde sayısız sorular birbirini izliyor; her gün saatlerce masamın başında oturup “Nasıl bir dünyada yaşıyoruz, nereye gidiyoruz, dindarların yıllardır hayalini kurduğu ve gelmek istediği yer burası mıydı?” gibi sorularla, yaşadığımız dönemsel savrulmalardan bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorum.
İslami camianın bu ülkede en zor günlerde bile nasıl bir mücadele verdiğini dikkatle izlediğimizde, bu yürüyüşün arkasında hem İslami literatür hem de entelektüel açıdan zengin bir birikim olduğunu rahatlıkla görürüz.
Kökleri dört halife döneminin berrak aydınlığına dayanan ve yüzyıllar içinde şekillenen İslam kültürünün birikimiyle beslenen İslami düşünce Cumhuriyet döneminin ilk yıllarındaki kırılmalara ve savrulmalara rağmen, son yıllara kadar derinliğini muhafaza etmeyi başarmıştır.
***
Özellikle baskı dönemlerinde mecburen kendi kabuğuna çekilmiş, toplumsal hayatta görünürlüğünü en alt seviyeye indirmek zorunda kalmış ama özündeki dinamizmi asla kaybetmemiştir.
Modern zamanların tacizlerine rağmen İslami düşünce, İslâm’ın varoluşsal gerçekliğini dikkate alan ve asla sefilliğe prim vermeyen güçlü bir ilkesellik temeline dayanmayı başarmıştır. Daha açık bir ifade ile İslami gerçeklerle temellendirilen bu hareket, sağlam bir dünya bilgisiyle de bütünleştirilerek hayallere kapılmadan hep bir medeniyet tasavvuru içinde oldu.
Ancak bu hareket ne yazık ki günümüzde aktüelleşip, sıradanlaşmak gibi bir tehlike ile karşı karşıyadır. Elbette günümüzün İslami düşünce hareketlerinin de mevcut siyasal hareketlerle zaman zaman kesiştiği, zaman zaman da ayrıştığı noktalar olacaktır. Zaten düşünce hareketlerinin tarihsel süreç içindeki seyri de hep bu minval üzere olmuştur.
Ama günümüzde durum farklıdır. İslami hissiyatın neredeyse bütün unsurları varoluşlarını siyasi hareketle izah eder ya da tercüme eder hale gelmiş bulunuyor. Kabul etmek gerekiyor ki bu yeni şekillenmenin İslami düşünceye maliyeti çok ağır olmaktadır. Hiç uzağa gitmeye gerek yok, 1970’li-80’li yıllarda bu ülkede İslami düşünce ikliminden beslenen yazarlar, şairler, romancılar, hikayeciler kendi başlarına bir varlık ifade etmelerinin yanında, aynı zamanda güçlü bir düşünce dinamizmine sahiptiler.
***
Maalesef bugün yazarlarımız, aydınlarımız kendilerini sadece siyasetle tanımlar hale geldiler. Bu yüzden de bırakın entelektüel bir bağımsızlığı, kendi başına bir kalite ifade eden sanatçılarımız, edebiyatçılarımız sessiz sedasız köşelerine çekiliverdiler.
Ve doğal olarak kalite ülkemizi terk etti, meydan sadece süfli işlerle uğraşan hokkabazlara ve madrabazlara kaldı. Düşünün, ülkenin bekasının uçurumun kenarından döndüğü, demokrasi mücadelemizin simgesi olan 15 Temmuz’un destanını bile yazamadık, yıllarca sürecek bir beste yapamadık. Çünkü büyük destanları, büyük besteleri ancak büyük sanatçılar gerçekleştirebilir. Ne yazık ki her şeyin siyasetin penceresinden değerlendirildiği bir iklimde büyük sanatçılar, büyük edebiyatçılar yetişmiyor. Peki, İslami düşüncenin gelmek istediği yer burası mıydı?
Kısaca ifade etmek gerekirse, İslâmi hissiyatın yeni bir medeniyet inşasında seferber edilebilmesi için dini, kültürel ve entelektüel köklere dayalı bir düşünce dinamizmine şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır.