Milletin demokrasi aklına güvenmeliyiz
Uzun bir referandum kampanyasının sonuna geldik. Muhtemelen insanlar kanaatlerini oluşturdular ve Pazar günü sandığa giderek oylarıyla kendi geleceklerini tayin edecekler. Şu ana kadar kim ne söyledi ve ne yaptıysa bütün bunların miadı doldu, Pazar günü sadece milletin kararı hükmünü icra edecek.
Çok partili hayata geçtiğimiz günden bu yana Türkiye’nin siyasi tecrübesini adım adım izlediğimizde, zaman zaman darbelerle, ara rejimlerle kesintiye uğramasına rağmen her seferinde demokraside mesafe alındığını ve her seçimde biraz daha olgunluk kazandığını görürüz.
***
Uzun tecrübelerle edindiğimiz sağlam bir demokrasi hafızamız var, bunun ışığında söylemek gerekirse Türkiye toplumunun demokrasi aklı hiçbir zaman geriye gidişe prim vermemiştir.
Hepimizin bildiği gibi 2002 yılına gelindiğinde Türkiye ekonomide, siyasette ve toplumsal anlamda kelimenin tam anlamıyla dibe vurmuştu. Neredeyse herkes bu kıstırılmışlık halinden çıkışın mümkün olmayacağı kanaatindeydi. Ancak Türkiye toplumunun demokrasi aklı, bütün zor zamanlarda olduğu gibi o gün de devreye girdi ve Türkiye’nin önüne yeni bir siyaset ufkunun açılmasını sağladı.
Sonrasını biliyoruz, bir ortak akıl vizyonuyla iktidara gelen AK Parti yeni bir siyaset etme anlayışıyla siyasetin genetik kodlarına işleyen vesayet çarkını tersine çevirerek ekonominin ve demokrasinin standartlarını yükseltecek yepyeni bir inşa süreci başlattı. İşte özellikle 2011’e kadar aralıksız olarak her alanda devam eden bu başarı hikayesidir ki AK Parti’yi millet nezdinde hep bir umut olarak bugünlere taşımıştır.
Unutmayalım ki eğer AK Parti’nin Türkiye’yi bir üst lige taşıyan kalkınma ve demokratikleşme hamleleri olmasaydı, 15 Temmuz’da yaşadığımız FETÖ ihanetinin ülkeye olan siyasi ve ekonomik maliyeti çok daha da ağır olurdu.
Zaman zaman okurlardan gelen eleştirilerde olduğu gibi denebilir ki, “AK Parti bugün bambaşka bir iklime doğru yol almaya başladı, dolayısıyla bu söylenenler geçmişin hayalleriyle avunmaktır.” Elbette her eleştiride bir ölçüde haklılık payı vardır ama hakkaniyetli olmak gerekirse, AK Parti’nin bu ülkeye kazandırdıkları ortadadır; dolayısıyla hakkı teslim etmek, geçmişin hayalleriyle avunmak değildir.
Anayasa değişikliği konusunda eleştirilerimiz, hatta endişelerimiz olabilir. İşte tam da bu noktada eğer Türkiye diye bir meselemiz varsa, AK Parti’nin yaptıklarını inkar ederek karanlık tablolar çizmek yerine o pırıltılı günlerinin altını çizerek bugün zaaf olarak gördüğümüz yeni yönelimleri konusunda bir iç muhasebe yapmasının imkanlarını zorlayabiliriz.
Şurası kesin ki Pazar günü yapılacak referandumdan “evet” ya da “hayır”, hangi sonuç çıkarsa çıksın, 16 Nisan sonrasında da Türkiye’nin daha fazla demokrasiye ve hukuk devletine olan ihtiyacı devam edecektir.
***
Bu zaviyeden baktığımızda şunu rahatlıkla söylemek mümkün: Türkiye toplumu bugüne kadar her seçimde AK Parti iktidarının demokratik vizyonunu hangi saiklerle değerlendirip karar verdiyse bugün önüne gelen anayasa değişikliğini de aynı zihni berraklıkla ve de basiretle değerlendirecektir.
Kabul edelim ki bunun aksini düşünmek, milletin demokrasi hafızasına güvensizliğin bir işaretidir. Unutmayalım bu toplum her zaman yaşadığı dönemi ve geleceğini birlikte değerlendirebilen, fayda-maliyet analizini bir mühendis titizliği ile yapabilen bir toplumdur. Pazar günü yapılacak kader oylamasında da aynı sağduyu ve basiretle tercihini yapacaktır, bundan kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Dolayısıyla “evet” ve “hayır” üzerinden endişeler üretmeye mahal yoktur, esas olan milletin tercihidir.