‘Üst akıl’dan normalleşmeye
AK Parti iktidara geldiği ilk günden itibaren gerek ekonomide, gerek siyasette, gerekse dış politikada hep demokratik dünya vizyonuyla hareket etti. İktidarın 2011’e kadar olan genel fotoğrafına baktığımızda; ekonomide Türkiye’yi bir üst lige taşıyan somut iyileşmelerin yaşandığını, demokratikleşmede dünyanın ilgisine mazhar olacak düzeyde standartların yükseldiğini, dış politikada ise Amerika’dan Avrupa’ya, Ortadoğu’dan komşularımıza ve Afrika’ya kadar geniş bir yelpazede hatırı sayılır diplomasi cazibesi oluşturduğunu görürüz.
***
Ancak 2011’den sonra AK Parti, kendi iç dinamizmindeki yavaşlamaya paralel olarak demokratikleşmede kontrol edemediği bir negatif algı sorunuyla karşı karşıya kaldı. Ne yazık ki doğru bir algı yönetimi yürütülemediği için dış politikadaki savrulmalar da birbirini izledi.
Sonrasını hepimiz biliyoruz, demokratikleşmede bir türlü tersine çevrilemeyen negatif algı, AK Parti iktidarını hiç de hak etmediği bir fotoğrafa yerleştirdi. Bütün bunların sonunda maalesef demokratik dünyanın Türkiye’ye bakışında da olumsuz yönde değişiklikler olmaya başladı.
Kuşkusuz, Türkiye’nin canını yakmaya devam eden terörün birtakım ‘güvenlikçi’ politikaları zorunlu hale getirdiğinin altını da çizmek gerekiyor.
***
Her şeye rağmen aleyhimizde gibi görünen rüzgarlar doğru okunabilseydi ya da zamanında müdahale edilebilseydi, belki de kendimizi bu kadar yalnız hissetmeyecektik. Ama maalesef “Üst akıl Türkiye’yi yok etmek istiyor” benzeri ifadelerin cazibesi aklın, mantığın ve diplomasinin önüne geçti.
Ama şükür ki reel dünyaya tekrar avdet ettik ve şimdi doğru bir noktadayız. Dolayısıyla birilerinin “Aklınız yeni mi başınıza geldi, madem barışacaktınız niye kavga ettiniz” benzeri üst perdeden akıl satmalarına da fazla takılmamak lazım. Zira muhalif kesimler için arada bir doğan bu tür fırsatların her zaman dayanılmaz bir cazibesi olmuştur.
Farzedelim ki AK Parti iktidarı dış politikada birtakım isabetsiz adımlar attı. Kaldı ki iktidarların da hata olarak yorumlayabileceğimiz kararları her zaman olabilir. Eğer niyetimiz gerçekten üzüm yemekse, Türkiye’nin menfaatleri doğrultusunda atılan her doğru adımı desteklemek gerekir. Yoksa iktidara dönüp “Siz bugüne kadar dış politikada yanlış kararlar aldınız, dolayısıyla şimdi doğru adımlar atmaya hakkınız yok” demeyeceğiz herhalde...
Şimdi artı hanemizde İsrail’le yapılan barış anlaşması ve Türkiye-Rusya ilişkilerinin normalleşmesi var. Rusya ile girilen yeni sürecin aynı zamanda Suriye politikamızı da şekillendireceği dikkate alındığında, bu aşamadan sonra yeni Suriye sürecinin reel ve akılcı diplomasinin kurallarına göre yürütülmesi gerekiyor. Nitekim Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Rus meslektaşı Lavrov’la bayram öncesi Soçi’de gerçekleştirdiği görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, “Suriye’de siyasi çözüm için iki ülke birlikte çalışmalı. Rusya ile hemfikir olduğumuz bir konu vardı. Suriye’de siyasi çözüm en iyi çözümdür. Dolayısıyla sınır ve toprak bütünlüğü ve Suriye’yi bundan sonra yönetecek rejimin laik ve kapsayıcı bir rejim olması gerektiği konusunda zaten hemfikirdik” sözleriyle yeni Suriye politikasının ipuçlarını vermiş oldu.
***
Bu arada Başbakan Binali Yıldırım Rusya ile normalleşme sürecine girilmesinden sonra Suriye’de yaşanan iç savaşa ilişkin ileri bir adım atarak “Suriye’de bu savaş bitecek, tekrar güzel günlere geleceğiz” diyerek daha da coşkulu bir mesaj verdi.
Kısacası Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a ve bakanlara kadar bütün bir iktidar bloğu, dış politikada ‘dost artırma’ya ayarlı yeni stratejiye inanmış görünüyor. Bu, hepimiz için doğru bir rota...