Haklı olmak ve hak elde etmek

Barış Pınarı Harekâtı, Batı kamuoyundaki içler acısı algımızı bir kez daha gözler önüne serdi. Harekâtın Avrupa kamuoyunda aktarılış bağlamı üç aşağı beş yukarı “Kürtleri top yekûn yok etme peşinde gözü dönmüş Türkler“ olarak özetlenebilir. Kullanılan üslup karşısında değil nesnel düzeltmelere kalkışmayı, harekâtı ima yollu da olsa desteklemek bile bir “katliama “destek vermekle eşdeğer bir tavır olarak algılanıyor.

Batı kamuoyunda Türkiye’ye karşı, insani gerekçelerden çok stratejik saiklerle oluşturulan bu manipülatif kamuoyunun müsebbibi elbette Türkiye değil. Ama bu algının muhatabı ve mağduru Türkiye. Zaten pek parlak seyri olduğu iddia edilemeyecek siyasi ilişkilerin ötesinde, siyaset dışı alanlarda da orta ve uzun vadede engel teşkil edilecek bir “ortam zehirlenmesi “yaşanıyor.

Avrupa’da yaşayan Türkler açısından ise durum, etkilerini günlük hayatta artan şekilde hissettiren bir baskı ve dışlanma olarak kendini gösteriyor.

Barış harekâtı ve sonrasında ABD ile sağlanan uzlaşma Türkiye’nin askeri ve diplomatik olarak bölgede ihmal edilemeyecek bir aktör olduğunun ikrarı anlamına geliyor. Bu zamana kadar Türkiye açısından başarılı olduğu su getirmez bir süreç işliyor. Bundan sonra da Türkiye’nin askeri ve diplomatik olarak daha fazla ciddiye alınacağı ortada.

***

Türkiye’nin bölgedeki öncelikleri, olmazsa olmazları başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın menfaatleriyle çelişiyor. Bunun meşruiyet, haklılık yönü bir yana, sürekli çatışan menfaatlerin bulunduğu fiili bir durum yaşanıyor. Bu menfaat çatışması yakın gelecekte de değişmeyecek. Çatışmaların batı kamuoyuna yansıma biçimi de elbette nesnel olmayacak. Bunun bizim için anlamı Avrupa’ya karşı bir çatışma kabiliyeti geliştirme zorunda olmamız. Burada kastedilen bir askeri çatışma değil, menfaat ve görüş farklılıklarına rağmen bir tartışma üslubu geliştirme kabiliyeti. Aynı üsluba Türkiye içinde de ihtiyaç duyduğumuz gerçeği ise olayın başka bir boyutu.

Türkiye’nin batıda oluşan negatif kamuoyu dolayısıyla ödemek zorunda olduğu bedel zannettiğimizden daha yüksek. Sorun yalnızca bir PR sorunu değil. Başta Avrupa’da yaşayan Türkler olmak üzere, siyaset dışı/üstü etkileşimde Avrupa’da aleyhimize seyreden bir mevzi kaybı söz konusu.

***

Oysa Türkiye’nin Avrupa ile siyaset dışı/üstü etkileşimi çok önemli ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel potansiyeller taşıyor ve her kriz döneminde bu etkileşimin hasar görmesi birinci dereceden Türkiye’ye zarar veriyor.

Almanca’da “Haklı olmanız hak elde edeceğiniz anlamına gelmez” diye bir söz var. Batı kamuoyunun Türkiye’ye karşı ne kadar önyargılı olduğunu dramatik örneklerle kendimizi ispat etmeye çalışmamız fazla bir anlam ifade etmiyor. Temelinde batıya karşı aşağılık kompleksi taşıyan reaksiyonel tavırların artık hiçbir işe yaramadığını kabullenmemiz gerekiyor. Batıyı anlamaya çalışmak, Türkiye’ye karşı tavırları ön yargısız olarak analiz etmek, Avrupa’ya anlayış göstermek anlamına gelmez.

Yüzyıllar içinde oluşmuş arızalı ideolojik unsurlar içeren, doğu-batı şablonu olan biteni anlamlandırmaya yetmiyor. Sivil, demokratik, çoğulcu siyah beyaz şablonların ötesinde yeni bir paradigma oluşturulması gerekiyor. Avrupa kamuoyunda, sürekli tekrarladığımız hatalar nedeniyle gereksiz yere mevzi kaybediyoruz. Oysa bu engellenebilir bir durum.

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum