‘Dünyaya bir kez çocukken bakarız’

Sade güzelliği ve kusursuz şiirsel dili ile bireysel varoluşu evrensel kıldığı için’ Louise Glück, 2020  Nobel Edebiyat ödülüne değer görüldü. Düzyazı ve onun egemen piyasası böyle bir haberi beklemiyordu şüphesiz. Her zaman olduğu gibi Nobel toto dolayıma sokulmuştu. Tahminler alınıyordu. Edebiyat ve nitelikli kültür nicedir gündem dışıydı. Nitekim geçen yıl Nobel alan Olga Tokarczuk da pek iştah kabartmamıştı bu egemen döngüde. Belli ki kimsenin listesinde büyük bir yazar olarak altı çizilmemişti. Oysa, Tokarczuk kelimenin tam anlamıyla birinci sınıf bir yazardı ve kitlelerin kanını kaynatacak oyunlardan uzaktı. Hem yazdığı konular hem de yazar tutumuyla bir popüler kültür figürü olmaktan uzaktı. Koşucular ve Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde, kolayca sindirilecek kitaplar değildi. Louise Glück işte tam böyle bir çizginin hizasına yerleşti. Nobel Komitesi uğradığı itibar kaybını gidermek istercesine piyasaya ve popüler kültüre değil edebiyatın kemik iliğine, şiire döndü. Algıları tersyüz etti.

Ödül gerekçesinde vurgulanan sade güzellik ve kusursuz şiirsel dil, edebiyattan değil ama dünyadan hızla uzaklaşıyor. Şiir çağında değiliz artık ne yazık ki. Şiir bir insanlık şifası olarak görülmüyor nicedir. Coronavirus dalgası dünya çapında bir insani uyanış umudu yeşertebilirdi ama bu olmasın diye de her yola sapıldı. Bu bakımdan fazla iyimserlik gibi değerlendirilebilir ama hala dünyada hatırı sayılır bir kitle olan okur yazarlar için şiire dönüş bir umut olabilir. Şiir hatırlandığında insan olmamızın esaslı yanları bir kez daha aydınlanır. Bunu ummalı ve Louise Glück’e işaretin özünü, böyle de yorumlamalıyız. Çünkü şiir, insanın saf çocukluğunu hala karşılayabilecek en temiz sanat olarak direniyor. Bunu sezen bir şair olarak Glück: ‘Dünyaya bir kez çocukken bakarız/ Gerisi hatıradır’ diye yazıyor Yuvaya Dönüş şiirinde. ‘ Bir elma ağacı vardı/ - Bu kırk yıl evvel olmalı- Ardında alabildiğine çayırlar’ ( Çev: Nuray Önoğlu)  diye başlayan Yuvaya Dönüş, Glück’ün adeta anahtar şiirlerinden biri gibi. Doğa, çocukluk, hafıza, ölüm duygusu, metafizik ve tarafsız bir lirizimle, ama mutlak yalınlıkla titreşir. Çimenlikte seken ışık gibidir.

Öte yandan çevirmenlerimizin de dikkatinden kaçmamış Louise Glück. Çok sık çevrilmiş ve üzerine kafa yorulmuş bir şair değil elbette.1994 yılında şair Güven Turan yaklaşık yüz sayfalık bir seçki yapmış ondan. Giriş yazısında şairin geniş dünyasını anlatmaya  çalışmış. Onun sürekli, değişen, derinleşen, nitelik kazanan kitaplarını ayrıştırmış. Ne var ki 2. Baskıyı bile görememiş Seçme Şiirler. Nobel söz konusu olmasaydı belki bir daha basılamayacaktı. Şiir, ‘doyurmuyor’ çünkü ruhtan ve gönüllerden başka hiç bir yeri. ‘Doğumdur; ölüm değil, en zorlusu yitirdiklerimizin’ gibi bir mısra kuran şair yeterince can sıkar zaten bu ülkede ve dünyada. Hele ‘Her mutluluk öfkesini çeker Kader’in’ demişse bir yerde o şair, çoktan görmezden gelinmelidir. Bunca önemli şey içinde yeri yoktur ‘kaderin.’

Dünyanın her tarafında artan bir şiddet ( ekonomi dahil) dalgasının içinde şiir, insan varoluşuna yaptığı ısrarlı vurgu ile gündemde kalabilir mi? Bunun imkansızlığa yakın zorluğu içinde, şairlere düşen ısrarlı olmaktır. İrili ufaklı her tür iktidar örüntüsünün berisinde, ardıç kuşu gibi çalışmak, ormanı düşünmek gerekir. Nietzsche, eğer doğruysa ‘ insanın sorunu başından bir çocukluk geçmiş olmasıdır’ demiş. Bu söz, insan yarası yanında kötücüllüğünü de imliyor ve vurgu o yana. Fakat, diğer açıdan, şair ve şiir katında, asıl umut da bu: insanın çocuk olması. Sorun/ soru ise, insan çocuk kalabilecek mi? Şiir oldukça evet belki. ‘Amansız yeryüzünün imge ile ikamesi’ başka türlü nasıl mümkün olabilir ki.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum