"Hanginiz daha güzel iş yapacak diye"
Başlıktaki ifade Mülk suresi 2. ayetin mealinde geçer. Mülk suresi hemen hemen her vesileyle sık okunan bir suredir aslında ama toplum olarak okuduğumuz surelerin mealini yani ayetlerin anlamlarını okuma alışkanlığımız pek olmadığı için bir yerde ayetin anlamına dair bir şey okuduğumuzda "A, bunu falanca ayetten biliyorum." diyemiyoruz kolayca. Eğer yeni nesil Kur'an mealine bizden daha fazla sahip çıkarsa belki ayetlerin anlamlarını hayatla buluşturmayı bizden daha iyi başarabilir. Peki bu ayet aklıma neden geldi?
Bir reels videosu izledim, çocuklarımızın neslinin çocukluğuyla bizim neslimizin çocukluğunu oldukça esprili bir şekilde karşılaştırıyordu. Çocuklarımızın her isteğinin karşılandığı, bizim neslimizin ise temel ihtiyaçları bile karşılanmadan büyüdüğüne dair bir çatışma üzerine kurulmuştu video. Videoya yapılan yorumlarda çocukluk travmaları(!) vardı. Tabi ekranda kaydırılıp geçilecek tüketmelik bir esprinin altına ben de akademik psikolojik bilgiler paylaşılmasını beklemiyorum ama dikkatimi çekti işte.
Dikkatimi çeken şey aslında bir zihniyet. Bu zihniyet son zamanlarda toplumda kendine iyice yer bulmaya başladı. Adını koymayı denesem "sorumluluk almak istemiyorum" zihniyeti koyardım herhalde çünkü iyi ifade ediyor o zihniyete sahip kişileri.
Bu kişiler her olayda, her durumda bir travma buluyor ve o travmaya sıkı sıkıya sarılıyorlar. Toplumda çok sık karşılaşıyoruz böyleleriyle. Ben de onları ancak toplumda gördüğüm halleri üzerinden yorumlayabiliyorum, gerçek psikolojilerini psikologlar bilir tabiki. Mesela böyle bir genç sınavdaki başarısızlığını hemen soruların çok zor olmasına bağlayıveriyor, zaten öğretmenleri de iyi değil, okulda doğru düzgün ders de işlenmiyor. Bu arada aynı koşullarda okudukları komşularının aynı sınıftaki çocuğunun hedefini kazandığını görmüyor bile. Mesela kronik mutsuzluğuna sebep buluyor başka biri. Çocukken anne babası onunla hiç ilgilenmemişler. Evde bütün oyunları bile kendi başına kurarmış. Kutu oyunu oynamayı doğru düzgün bilmemesinin sebebi de onlarmış. Mesela başka birisi sürekli iş değiştirmesinin sebebini annesine bağlıyor. Onu rahata çok alıştırmış. Her istediğini hemen yaparmış. Şimdi her şey ona zor geliyormuş. Bunların hepsi birer travmaymış, çocukluk travması. Tedavi olmak için uğraşıyorlarmış, iyi mi?
Bu bile bir şey tabi, hiç farkında olmadan sürekli başkalarını suçlayarak yaşamaktansa bir şekilde fark edip tedavi olmaya çalışmak daha iyi ama bu da ortada bir "sorumluluk almak istemiyorum" zihniyeti olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Zihniyetler birden oluşmaz, belki de yaşları insanlık tarihiyle eşittir. Bazı devirlerde bazı zihniyetler ön plana çıkar, bazıları geri planda kalır. Bu dönemde de bu zihniyet öne çıktı gibi, oysa bizim toplumumuzun mayasında olan zihniyet sorumluluk zihniyetidir.
Bir kişi reşit olmasıyla beraber sorumluluk yüklenir. Bu sorumluluk dinen de böyledir. Çocukluktan çıkılıp reşit olunduğunda sorumluluk başlar. Mesela namaz kılmak farz olur artık vb. Bir çeşit "büyüdün sen artık" sınırıdır sorumluluk sahibi olmak. "Artık öyle çocuk gibi pervasızlıklar yapamazsın, yakışmaz" sınırıdır. Bu sınırı geçince kendi problemlerini çözme yaşına da gelmiş sayılırsın, annen baban daha önce senin için bazı şeyleri yapıyor olabilirler, mesela yemeğini hazırlayıp önüne getiriyor olabilir annen ama artık getirmiyorsa kalkar sen yaparsın, annem yapmıyor diye de ağlanmazsın çünkü sorumluluk alacak yaştasındır.
Bugün çoğu kişi travmalara sığınarak sorumluluk alacak yaşta olduklarını reddediyor adeta. Burada gerçek travma yaşamış kişileri istisna tutuyorum, sözüm onlar için değil. Tembelliğinin, vurdumduymazlığının suçlusunu kendisinden başka yerde arayanları kast ediyorum. Onlar, kendi hatalarını anne babalarına vb fatura ederek üstünü örtmeye çalışıyorlar gibi geliyor bana.
Bir de şunu hep ihmal ediyoruz: Bu Batılı zihniyet bize çok da uymuyor. Psikoloji bilimini reddetmek falan değil demek istediğim, felsefe olarak uymuyor çünkü mesela bizde travma falan yoktur. Yerine kullanılan kelime nedir umurumda değil. Bizim hayatımızda bir imtihan vardır bir de yas vardır. Dünya, cennet değildir. Dünyada insanın başına çeşit çeşit şey gelir. Başımıza gelene imtihan deriz. O imtihanda Allah'ın emir ve yasaklarına uygun davranırsak başarılı olur, üstelik sevap kazanırız. Yok eğer Allah'ın emir ve yasaklarına uygun davranmazsak başaramayız ve günaha bile gireriz. Elimizden gelen her şeyi yaparız bazen ama istediğimiz sonuçlara ulaşamayız hatta kayıplar yaşarız. Kayıplarımız büyükse arkasından yas tutarız. Yasımız bazen kısa bazen uzun sürer.
Ama hiçbir zaman suçu kendimiz dışındaki unsurlara yıkma ve kendimizi temize çıkarma kolaycılığına kaçmayız.
Çünkü bu, bir Müslüman'a yakışmaz.
Çünkü bu, "Ben daha yeterli olgunluğa ulaşmadım /rüşte ermedim" demektir.
Çünkü bu, durumu iyice içinden çıkılmaz hale getirir.
Rabbimiz, Mülk suresi 2. ayette şöyle buyurmaktadır:
"O, hanginiz daha güzel iş yapacak diye sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek için ölümü ve hayatı yaratandır. O, daima üstün olan ve çokça bağışlayandır."
Bu ayeti okuyan ve anlayan biri, bu dünyaya geliş amacımızın yaşadığımız şeyler karşısında en güzel tutum ve davranışı gerçekleştirmek olduğunu anlar, imtihanın konusunun bu olduğunu anlar.
