Kırkında ne yapacaksınız?
Eleştirmek için değil, gerçekten soruyorum: Kırkında ne yapacaksınız?
Sorum Bahar Candan ve Dilan Polat’a.
Bahar Candan ve Dilan Polat’ın Nihal Candan’ın vefatının ardından paylaştıkları helva kavurma görüntüleri, onları takip etmememe rağmen benim bile önüme düştü, yapılan acımasızca eleştirilerin bazılarını okudum. İçim acıdı. Sonra Dilan Polat’ın, Bahar Candan ve ailesini evine davet edip helva kavurduğu görüntüleri paylaşmasının bu kadar eleştiri almasından dolayı pişmanlıkla “Ne gelirse başıma iyilikten geliyor.” dediğini okudum. Dilan Polat’la Candan kardeşlerin nasıl bir dostluğu var, ne zamandan beri arkadaşlar inanın hiç bilmiyorum çünkü magazin takip etmek gibi bir alışkanlığım yok. Nihal Candan’ın genç yaşta anoreksiya nevrozadan üzücü bir şekilde ölmesinden sonra ilgili haberlere baktım. İki kardeşin bir moda yarışmasıyla ünlendiklerini, sosyal medya fenomeni olduklarını, 2023’te bir suç örgütünün kasası olmakla suçlanarak hapse girdiklerini okudum. Dilan Polat da yakın zamanda malî bir suçlamadan hapis yattı. Belki arkadaşlıklarında kesişen noktalar sosyal medya fenomeni olmak ve hapis yatmak ama üzerine yazmak istediğim şey bunlar değil. Bunlar, konuyu anlamak için çalışırken zihnimden geçenlerin bir kısmı sadece. Aslında Bahar Candan ve Dilan Polat’ın Nihal Candan’ın ölümü karşısında takındıkları tutumun, medya ve sosyal medyada yazılanların aksine normal olduğunu anlatmak istiyorum.
Bir insanın bir yakınının ölümü çok özge bir tecrübedir çünkü sıradan bir insan, yakınlarının ölümünü hayatında yaşadığı gün sayına oranla sadece birkaç gün tecrübe eder. Ona da hep hazırlıksız yakalanır çünkü yakını ağır bir hastalıktan muzdarip olsa bile hep iyileşmesini umar. Bu, insanın fıtratıdır yani ölüm karşısında insan böyle yaratılmıştır. Aslında ölüm kendi başına çok özge bir şeydir ama konuyla doğrudan ilgisi olmadığı için bir insanın kendi ölümünü düşünememesine veya depremlerde, savaşlarda vb gerçekleşen çok sayıdaki ölümleri hep başkasının ölümü olarak gördüğü için önemsememesine değinmeyeceğim. Dediğim gibi bir insanın bir yakınının ölümü çok özge bir tecrübedir ve çoğu insan bir yakınının ölümü durumunda ne hissedeceğini ilk kez tecrübe ediyordur ve çevresinde kendisine yol gösterecek biri yoksa ne yapacağını bile bilmiyordur.
İnsan, bir yakınının ölümü karşısında ne yapacağını bilmiyor olabilir derken “Cenazeyi ne yapacağını, nereye gömeceğini falan bilmiyordur.” demek istemiyorum çünkü bunlar ilk insanın ölümünde insana öğretilmiştir. Âdem aleyhisselamın oğlu Kâbil, kardeşi Hâbil’i öldürdüğünde Allah, ona, ölmüş kardeşinin cesedini ne yapacağını göstermek için toprağı eşeleyen bir karga göndermiştir. (Maide 5/31) Kâbil, bu kargaya bakarak kardeşinin cesedini toprağa gömeceğini öğrenmiştir. Hâbil ve Kâbil kıssası çok yönden ibret alınması gereken bir kıssadır. Karganın Kâbil’e ne yapacağını öğretmesi yönüyle de ibret alınmalıdır yani insan ölüm karşısında ne yapacağını bilmeyebilir, bugün ölen kişinin cesedinin ne yapılacağını bilen görevliler gerekeni yapıyorlar ama bir yakınının ölümünü tecrübe eden kişinin psikolojik olarak girdiği o ne yapacağını bilmez hal de var. Bu hal için de yakınını kaybeden kişiye, ne yapılacağını bilen kişilerin destek olması gerekir.
Kültürümüzdeki cenazenin üçü, yedisi, kırkı gibi günler bence böyle düşünülmelidir. Bir evden cenaze çıktığında yakın akrabalar ve komşular, cenaze sahibini üç dört gün hatta bazen yedi gün yalnız bırakmazlar. Cenaze evine gelirken yemek (veya günümüzde daha ziyade börek ve tatlı getiriliyor, bazı belediyeler de cenaze evine yemek gönderiyor) getirirler. İlk geceler, evde bilen akrabalar, komşular tarafından Kur’an okunarak geçer. Yedisinde uzaklardaki akrabalar ve yakınların da katıldığı bir toplantı düzenlenir, buna cenazenin yedisi denir. Kur’an ve ilahiler okunarak, kısa kısa dinî sohbetler yapılarak geçer. Cenaze sahibi artık yavaş yavaş yalnız bırakılır, bu süreçte yakınının ölümüne biraz olsun alışkanlık sağladığı umulur, özellikle ani ölümlerde ilk günlerde yaşanma riski olan şokun derecesi azalmıştır böylece.
Cenazenin kırkına gelince yine büyük bir toplantı düzenlenir. Bu sefer, hem ilk günlerde gelenler hem de ilk günlerde uzakta olduğu için vb gelemeyenler bu toplantıya katılma fırsatı bulur. Cenaze sahibi de ilk şoku atlatmış, biraz kendisini toparlamış ve daha sağlıklı bir şekilde taziyeleri kabul edecek hale gelmiştir. Yine Kur’an okunur, ilahiler söylenir, kısa kısa dinî sohbetler yapılır ve daha önceki toplantılarda olduğu gibi misafirlere helva vb ikramlar sunulur.
Şimdi Dilan Polat’ın Bahar Candan ve ailesini evine çağırarak helva kavurması, onlara bu konuyla ilgili rehberlik desteği sağlanmış olsaydı hiç de tuhaf olmayacaktı hatta Dilan Polat, ablası vefat eden arkadaşına gerçekten iyilik yapmaya çalışıyor olacaktı. Dilan Polat, içine doğduğu geleneksel unsurlardan kopuk dünyada, bir şekilde duyup öğrendiği ölünün arkasından helva kavurma âdetini yapmaya çalıştı diye acımasızca eleştirilemez bence. Onu eleştirecek kişi, önce kendisinin de içinde bulunduğu toplumun ona ne öğrettiğini sorgulamalıdır. Geleneksel olmayan bir çevre içinde Dilan Polat’ın fıtraten ablası yeni ölmüş arkadaşıyla vakit geçirmek istemesi normaldir. Bunun paylaşılmak istenmesi de özde hoş olmasa da bugünkü ortamda normaldir. Dilan Polat’ı gelenekçi normlarla eleştiremezsiniz. O, başka bir norm dünyasının, herkese görünür olmayı normal kabul eden bir norm dünyasının insanıdır.
Aynı Dilan Polat, biraz daha bilgili olsaydı, arkadaşı ve ailesini ilk günlerde yalnız bırakmayıp cenazenin yedisinde toplantı düzenleseydi, helvayı orada kavurup paylaşsaydı beğeni kuyruğuna girenler olacaktı muhtemelen.
Bu yaşadıklarından sonra Bahar Candan ve Dilan Polat’a sormak istiyorum: Nihal Candan’ın kırkında, yakınlarınızı davet ederek Yasin, Tebareke ve Amme’nin okunduğu, özellikle bazı ayetlerin Türkçe anlamlarının verildiği ve ikramı abartmadığınız ama o çok eleştirilen helvanızı güzelce kavurup ikram ettiğiniz bir taziye toplantısı düzenleyecek misiniz?
İnanın böyle bir toplantı Nihal Candan’ın ruhundan çok size ve çevrenize iyi gelecektir çünkü Yasin suresi 70. ayette belirtildiği gibi Kur’an, diri olanları uyarmak içindir.
