"Sen ve Rabbin gidin savaşın"

Başlık, Maide suresi 24. ayetten alıntı bir cümle. İsrailoğulları'nın, Kur'an'da 'arz'ul-mukaddese' olarak geçen ve 'arz-ı mevud' olduğu söylenen kutsal toprakların bir bölümüne girişi ile ilgili bir kıssa anlatılırken geçiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın meclisin açılış konuşmasında söylediği "Vadedilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, tamamen dinî bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan'dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır. Şu anda bütün hesap bunun üzerinedir. Türkiye içindeki bazı İsrail dostlarının, bazı siyonist severlerin, gönüllü veya paralı siyonizm propagandası yapan aparatların anlamadığı işte budur." cümlelerdeki vadedilmiş topraklar da aynı topraklar.

Sınırları hakkında farklı rivayetler olsa da ana hatlarıyla Mısır'daki Nil nehri ile Anadolu'daki Fırat nehri arası diyebileceğimiz bu toprakların ülkemizle ilgisi, doğu sınırının Fırat nehri olması. Ülkemizin pek çok şehri bu sınırların içinde kalıyor. Bu yüzden Erdoğan, "İsrail yönetiminin, tamamen dinî bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan'dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır" derken bir kehanette bulunmuyor.

Bu vadedilmiş topraklar meselesi çok ilginç ve anlaması çok da kolay olmayan bir konu. Konunun kutsal kitaplarda ve tarihteki izlerini biraz sürerseniz nelerle karşılaşmıyorsunuz ki! Mesela İsrailoğulları tarihilerinin en parlak dönemi olan Hz. Süleyman döneminde bile, Hz. Süleyman’ın “Irmaktan Filistîler diyarına ve Mısır sınırına kadar bütün ülkeler üzerinde saltanat sürdüğü” (I. Krallar, 4/21) belirtilmesine rağmen doğu sınırında Fırat’a ulaşamamış. Buradan İsrailoğulları için Fırat sınırına ulaşmanın, binlerce yıllık bir istek olduğunu çıkarabiliyoruz. Zaten Tevrat'a bakınca da bu toprakların ilk olarak İbrahim aleyhisselam ve soyuna vadedildiğini okuyoruz. Sonra İsmail aleyhisselamın devredışı bırakılarak İshak aleyhisselam ve soyuna özgülendiğini, daha sonra ise Yakup ve Musa aleyhisselamın soyu için ebedî mülk ve miras olarak verildiğini. Yalnız bunun koşulsuz olmadığını da okuyoruz. İsrailoğullarının bu topraklara sahip olmalarının, orayı ebedî mülk ve miras olarak almalarının koşulları var. Tevrat'ta yazan bu koşullara uyarlarsa toprakları kazanacak, uymazlarsa mahrum kalacaklar. Bu kadar da değil. Tevrat'ın hükümlerine uyup hükümranlık elde etseler bile durumlarını bozduklarında hükümran oldukları toprakları kaybedecekleri de belirtiliyor. Bu durumda başlarına her türlü felaketin geleceği, Rab Yehova'nın onlardan nefret edip, üzerlerine öfke ile yürüyeceği, girdikleri diyardan koparılacakları da yazılı. Bizler, İsrailoğullarının, tarih boyunca Rab Yehova ile yaptıkları ahde sadık kalmadıklarını da biliyoruz. Kendi kitaplarında da var bu sadakatsizliklerinin izleri. Mesela Hezekiel 20'nin üst başlığı, "İsrailoğullarının Hainliği". Birkaç cümlelik bir bölüm alıntılamak istiyorum: "Bu yüzden İsrailliler'i Mısır'dan çıkarıp çöle götürdüm. Uygulayan kişiye yaşam veren kurallarımı onlara verdim, ilkelerimi tanıttım. Kendilerini kutsal kılanın ben RAB olduğumu anlasınlar diye aramızda bir belirti olarak Şabat günlerimi de onlara verdim. Böyleyken İsrail halkı çölde bana başkaldırdı. Uygulayan kişiye yaşam veren kurallarımı izlemediler, ilkelerimi reddettiler. Şabat günlerimi de hiçe saydılar. Bu yüzden çölde öfkemi üzerlerine yağdırıp onları yok edeceğimi söyledim."

Başlıktaki cümle de Musa aleyhisselamın kavminden bazı kişilerin ona söyledikleri bir cümle. Musa aleyhisselam, halkını Firavun'un zulmünden kurtarıp Sina çölüne getirmiş, buradan da ata yurtlarına götürmek isterken, görevlendirdiği adamlardan orada güçlü kuvvetli bir topluluğun hükümran olduğu bilgisini almış. Kavmi ata yurtlarına girmek için bu toplulukla savaşmayı göze alamamış, görevlendirdiği adamlardan bile sadece iki tanesi İsrailoğullarının galip gelip Kudüs'e girebilecek durumda olduğunu belirtmiş. Çoğu, onları çok yakın bir zamanda Firavun'un zulmünden kurtaran Musa aleyhisselamı dinlememiş ve "Ey Musa, onlar orada bulundukları sürece biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturacağız. (Maide 5/24)" demişler. Musa aleyhisselam halini Rabbine arz etmiş, kendisi ile kardeşinden başkasına söz geçiremediğini, yoldan çıkmış bu kavimle aralarında hükmetmesini istediğini belirtmiş. Cevap: "Öyleyse onlar, yeryüzünde şaşkın dolaşmak üzere oradan (kutsal topraklar) kırk yıl mahrum bırakılmışlardır. Artık sen yoldan çıkmış toplum için üzülme. (Maide 5/26)" şeklinde olmuştur. Bu, İsrailoğullarının çöldeki 40 yıllık sürgün hayatlarının başlamasına sebep olan olaydır.

Kısaca, Arz-ı mevuda sahip olmak için yanıp tutuşmak, o bölgedeki ülkelerin topraklarını almak istemek marifet değil. Marifet, kendi kitaplarındaki emir ve yasaklara uymayı başarıp başaramayacaklarında. Buradan bakınca haksız yere öldürülen binlerce masum, yerinden yurdundan çıkarılan binlerce insan, yapılan bunca zulüm ortadayken bir çölde tekrar kırk yıl şaşkın şaşkın dolaşmak zorunda kalma riskleri de az görünmüyor.

Bize düşen ise hem dinî metinleri hem tarihsel olayları hem günümüz reel politiğini iyi anlayıp ona göre tedbir almak ve davranmak.

YORUMLAR (19)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
19 Yorum