Üstümüze üstümüze gelen dünya mı?
Haberleri düzenli olarak takip edenlerdenseniz dünyadan haberiniz olur. Dünya nasıl bir yer, kim kiminle yarışıyor, kim kiminle savaşıyor iyi kötü bilirsiniz. Hatta dünyayı anlamak için önce kendi ülkenizle ilgili şeyleri iyi bilmeniz gerektiğini de bilirsiniz, onlar zaten öncelikli gündeminizdir.
Zaten çoğu insan da sabah uyanır uyanmaz haberleri açıyor, bir yandan haber dinlerken bir yandan hazırlanıyor ve belki de trafikte bile haberlerle hemhal olarak işine gidiyor. Sonra iş gününün hay huyu, muhtemelen yorgun argın bir şekilde market alışverişi falan ve eve dönüş.
Dönülen evler de çoğunlukla apartman dairesi. Pencereyi açıyorsunuz birkaç metre ilerinizde başka bir pencere... Açılan pencereden girip de tülü havalandıracak rüzgâr bile yok bazen çünkü o rüzgâr koridorunu bile başka binaların pencereleri kapatmış.
Oysa yaz geldi.
Eski takvime göre iki mevsim var bilirsiniz: Kasım günleri yani kış günleri ve Hızır günleri yani yaz günleri. Kasım günleri, 8 Kasım’da başlayıp 5 Mayıs’ta biterken Hızır günleri 6 Mayıs’ta başlayıp 7 Kasım’da bitiyor. Hatta bugünler çiçek fırtınası günleri, doğu rüzgârları da başlamak üzeredir. Kültürel olarak Hızır günlerinin başlangıcına önem veren Trakya'da Hıdrellez şenlikleri de yapıldı. Buralarda yine televizyonlardan izledik. En azından benim izlediğim görüntülerde yaz günlerinin gelmesine, tabiatın can suyunu bulup yeşermesine vb vurgu yoktu. Genellikle, yakılan büyük şenlik ateşinin ve dokuz sekizlik müzik eşliğinde eğlenen insanların görüntülerini gördüm ben. Eğlenmek de güzel tabi de hiç mi anlama vurgu yapıldığı duyulmaz ekranlardan? Bu da bir yana da dünyanın farklı farklı veçhelerde üstümüze üstümüze gelmesini ne yapacağız?
Sokağa bir şekilde girmeyi başarmış çiçek fırtınası rüzgârı tülümü havalandırıyor. Televizyona göre Hindistan Pakistan gerilimi tırmanıyor. Zaten Ukrayna’daki durum vahim. Gazze ile ilgili haberlerde cesaret edip ekrana bakmakta bile zorlanıyorum. … ve çiçek fırtınası rüzgârı tülümü havalandırıyor. Dünya böyle böyle üstüme geliyor.
Bazen diyorum, hipermetrop mu oldum ne? Uzağı iyi görüyorum, mesela şu an sorsanız dünyanın herhangi bir yerindeki savaşın sebeplerini görüp, gördüklerimden bahsedecek sözüm vardır. Uzağı görmekte sorun yok. Sorun, neden uzağa odaklanırken yakının flulaştığında. İşin kötüsü yalnız değilim biliyorum. Kimle konuşsam benzer durumlar var. Hayat çok kaygılı, geçim sıkıntısı, barınma zorluğu, deprem bir yandan; bir yandan savaş mağdurlarının, göçmenlerin halini düşünmek derken kendimizi düşünmeye sıra gelmiyor.
…..
- Aaaa, cısss!
- Ne demek kendini düşünmek!
- “Ben” demek olmaz, “ben” demek büyük suç, “ben” demek kötülüğün başı!’
…..
Hadi ya, öyle mi sahiden! “Ben” dememek mi lazım? Hem “ben” demeyi unutursam hep “sen” demiş olmayacak mıyım otomatikman? “Sen” demek doğru da neden “ben” demek yanlış? Bak, benim gibiler “ben” demeye demeye hipermetrop gibiyiz, unuttuk neredeyse bize iyi gelecek şeyleri görmeyi ve öncelemeyi.
… ve iyi ki yaz geldi, rüzgâr tülümü havalandırıyor. Lisan-ı hal ile “kendine dön bir bak” diyor “zaman geçiyor, geri getiremezsin, kendi iyiliğin için çok uzaklara odaklanmayı bırak, yakın çevrene bak, yakın çevrenden haberdar olmak, orayı güzelleştirmek, orayla ve orada mutlu olmak öncelikli çünkü zaman geçiyor, kendine dön bir bak!”
