Holokost Endüstrisi

1948’de yaşanan Nakba’nın dünya için bir son nokta olacağı, Filistin halkının daha büyük bir trajediyle bir daha karşılaşmayacağı düşünülüyordu. Daha fazla ne olabilirdi zaten? İsrail parkta yaprakları elindeki basınçla iterek bir köşeye biriktiren görevli gibi Filistin halkını püskürterek kenara atmış, mülklerine de utanmazlık ve arsızlıkla konmuştu. Ölenler, yaralılar, mülteciler Orta Doğu’nun florası olmuştu.

Seneler süren davalar, aranan politik yollar ve mülksüzleştirilen bir toplum… Direnişin yaşam biçimi olduğu, tüneller vasıtasıyla ayakta kalmaya çalışan, sefilleştirilmesi bile isteye sağlanmış, hakkı yenmiş bir toplum olarak Filistin. Tüm bunlar yaşanırken mülteci kamplarını dahi bombalayan bir İsrail vardı.

Arka planda neler oluyordu? Yaşadığı tüm haksızlıkları tedrici bir şekilde işgal endüstrisine dönüştüren bir toplum zuhura geliyordu ağır ağır. Öyle ya Filistin halkına karşı bu kuralsızlığın, hak işgallerinin, yerlerinden etmenin meşru gösterilmesi gereken bir tarafı olmalıydı. İşgal ancak bu şekilde devam edebilirdi.

Bu nasıl mümkün olabilirdi? Ancak duygu sömürüsüyle. Ki zaten Yahudilerin manipülasyon gücü kendileriyle alakalı okuduğumuz en eski metinlerde dahi rastladığımız bir olguydu.

Yahudilerin Holokost’u Yahudi kimliğinin merkezi haline getirmesi elbette bilinçli bir kollektif zihnin ürünüydü; attıkları her adım gibi. Yahudiler, Auschwitz ve Treblinka’da soykırıma uğramış, soykırımla birlikte rövanş ve öfke duygusunu nefretle pompalanmış, bu sebeple de başkaca kültürü, yaşam formu, heyulası oluşamamış bir toplum olarak o noktada, intikam belleğinde takılı kaldı.

Derken bu günlere geldik. Nakba’nın üzerinden 75, Sabra ve Şatilla’daki mülteci kamplarının bombalanmasının üzerinden 50 sene geçti.

Siyonizm, kendisine hak gördüğü tüm ruhbanlıkları da yanına alarak oluşturduğu bu toplumla dağdan yuvarlanan kartopu gibi büyümüş bir duygusal sömürü çarkı oluşturdu. Bu hayalet ulusun sonsuz menfaati için yapılanlar Filistin’i çoktan aştı, tüm dünyanın kabuslarına giriyordu artık.

Bir yanda muazzam bir lobi ve lobicilik, gizli yaslanmalar çarkı dönüyor, diğer yandan bitmek bilmeyen iletken bir soykırım paravanı ardında daimî olarak kanlar akıyor, çocuklar ölüyor ve savaş bitmiyordu…
Finkelstein’ın Holokost Endüstrisi kitabı meşhurdur ve tam da bu durumu anlatır. Ebeveynleri toplama kamplarından sağ çıkmış bir Yahudi olarak ulusunun yaptığı kuralsızlıklara olan suskunluğu kendisini çileden çıkarmıştır. Gittiği her panelde, yazdığı her makale ve kitapta suçlarına, katliamlarına, işgaline sonsuz bir dramatikliği perde eylemiş sahte Siyonist duygusallığından nefret ederek gerçekleri yüze vurur.

Finkelstein’a göre Yahudiler, kötü Yahudi seçkinleri tarafından itilen koyunlardan başka bir şey değildir artık. İsrail’e uluslararası destek oluşturmaya kararlı, yozlaşmış Yahudi liderliğinin Holokost’u devamlı suretle iskambil destesindeki joker kartı gibi kullanacağından da bahseder. Trajediyi yinelemek kayıtsızlıktan saplantıya doğru ilerleyecektir. Bunun İsrail’e ait şaşmaz bir komplo teorisi olduğu fikrinde de ısrar eder Siyonizm karşıtı profesör. Söylediklerinde ne kadar haklı olduğu her defasında yeniden anlaşılıyor.

Dünya genelinde senelerdir çığ gibi büyüyen Holokost propagandası var. Son 20 yılın en ses getiren 5-10 filmi ve müzikleri holokostla alakalı biliyoruz ki. Hem Yahudilere hem de Yahudi olmayanlara aralıksız dayatılan, her yerde benzersizliği, affedilemezliği, ölümsüzlüğü mimli bu Holokost liberal dozda verilen ahlaki görünümlü bir şantaj değil mi?

Arapların güzel bir atasözü vardır; “İnsanı öldürür, cenazesinde yürür.”

Bu sömürü çarkıyla büyümüş kocaman bir film ve müzik endüstrisi yaşanan acıların üzerinde durmadan tepinirken Filistin’de olana bitene neden ses çıkaramıyor? Filistin nerede sahi? Bu insanlar yaşamıyor mu?

Gerçeklerin gerçeklerle anlatılması taraftarıyım. Bu duygusallıktan en çok da Müslümanların sıyrılması gerekiyor. Norman Finkelstein’in kendi ulusunu bu hüzün sarmalından çıkması gerektiğini vurgulaması gerçekleri gören gözlerin kaybolduğunu bilmesiyle alakalı. Duygusal eylemlerin gerçeğe bir katkısı yok. Tutkulu bir oyalanma bu.

Trajedinin daha büyük bir trajedi olarak servis edilmesi tiyatral bir harekettir, temsilidir. Dersi dağıtan, önlenemez ergen hareketleridir ve odağı şaşırtır. Bu haksızlığa uğramış ve hakkı teslim edilmemiş her toplum için geçerli.

Bugün 1.700.000 insan yerinden edilmiş ve 20.031 insan ölmüş vaziyette. 5000 küsürü çocuk. Bir küçücük kızın babasının kucağında cansız duruşu hiçbir yan duruşun öznesi olamaz. Bu anlamda böyle hazin tablolarda gözyaşı artık maziye ait bir kavram.

Truman Şov filminde de bildiğimiz bir gerçekliktir: İnsan bilinci elbet kendi gerçekliğine ulaşır, yanılsamayı ve sahteliği mağlup eder. Bize insandan topluma geçecek bir gerçek bilinç lazım. Yaralı bir bilinç değil.O anda kalmak, o ana tanıklık etmek, o çaresizliği bertaraf etmek yaşanan acılara karşı edilgen insanları hedef göstermekle değil, ellerinde imkân olanlara ellerindeki imkânı hatırlatmakla, bir tavır almaya zorlamakla, bunları yapamıyorsa da “neden bunları yapamıyorsun” demekle mümkün. Lakin bunların hepsi bugün biraz cesaret isteyen kavramlar. O da pek az insanda var.

Artık gerçekliğe geçişi hızlandırmalıyız. Bir yana dualar, bir yana gemiler gitmemeli. Bir şeyler yapıyor gözükmek adına bir başkasının edilgenliğini dile dolamak, gayri hukuki propagandalar teklifinde bulunmak, şiirler okumak vs. Bunların kimseye faydası yok. Her acının peşinden de koşmayıverin.

Bize en çok gerçekler lazım. Bir kanayan yara üzerine bakıp ağlamak, yaraya ağıt yakmak eskinin modası, çaresizliğin makyajıydı. Artık yara istiyor ki beni iyileştir, bir daha yara açacak olanları da durdur.

Yapamazsan da sus. Fason duygusallık, seri üretim. Bıktık.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum