Kelile ve Dimne’den Hükümdarlara nasihatler
Kelile ve Dimne çeşitli fabllerden oluşan koleksiyonu içeren eşsiz bir kitaptır. Orjinali Hintçe olan kitap Abbasi döneminde (ikinci hicri yüzyılda) Abdullah ibn el-Mukaffa tarafından kendisine ait yazı stiliyle Arapçaya çevrildi. Eser sonrasında da 6. yüzyılın başında I. Hüsrev’in emriyle Pehlevi diline de çevrildi.
Müslüman dünyasının halk kültürüne de giren kitap yine Araplar vesilesiyle İspanya’ya taşındı.
İspanya’da 13. yüzyılda İtalya’da da matbaanın icadından sonra ortaya çıkan ilk kitaplardan birisidir.
Kitapta hayvanların eylemleri insan toplumuna ve insan doğasının karmaşık ahlaki karmaşıklıklarına ayna tutar. Biz okuyucular, anlatılan olaylarda kendimizi görürüz ve kendimizi tartışılan eylemin veya konunun merkezine koyarız.
Hikâye anlatımı daha sonra ahlaki ve pratik zorluklara karşı tepkilerimizi test etmemizi ve aynı zamanda dünyayı anlamamızı geliştirmemizi sağlayan bir tür yaratıcı rol oyunu haline gelir.
Kelile ve Dimne’de en önemli hikayeler genelde hükümdarlar ve yönetimleriyle alakalı öykülerdir.
--Bunlardan birisi “İki padişah” öyküsüdür.
Komşu ülkeleri yöneten iki bu padişahlardan birisi zalim diğeri ise adildir. Ancak adil olan padişahın ülkesi zayıflarken zalim olan padişahın ülkesi zenginleşir. Adil Padişah bunun sebebini öğrenmesi için en sadık adamını görevlendirir. Zalim padişah bu durumu görevlendirilen adama şöyle anlatır:
“Senin padişahının kendisi adil ama görevlendirdiği adamlar adil değil. Benim görevlendirdiğim adamlar ise vefalı ve adil çalışır. Vezirlerimin ve adamlarımın adaletleri karşısında benim zulmüm güneşte zerre, okyanusta damla gibidir. O yüzden bir şey olmaz.”
Bu ibretlik öyküde yöneticinin şahsı kadar etrafındaki insanların, yönetici kadrosunun da ne olduğu önemlidir. “Kendisi iyi fakat etrafı kötü” söyleminin sanıldığı kadar masum bir söylem olmadığını, asıl bireyden çok kollektif kararların ülke yönetiminde ne kadar etkisi olduğunu anlatması açısından da manidardır.
Bir anlamda ülkece bulunduğumuz vaziyetin şahıstan çok şahıs etrafında şekillenen isimlerin etrafında şekillendiğini biliyoruz. İşin iyi ve işini bilen insanlarla yönetilmesi bu açıdan manidar.
Daima Müslüman olmayan ülkelerin bize nazaran neden daha refah olduğunu sorgularız. Aslında özet neredeyse bin yıl önceden yazılmış bu hikâyede geçmekte.
Müslümanlar Peygamberden sonra, zaman içerisinde devlet işlerinde ve yönetimde liyakate değil nepotizme öncelik verdi. Sahabe dönemi iktidar savaşları kitabında da bu durum çok iyi özetlenir. Kendisinden sonraki halifenin cengaver ve Damadı olan Ali yerine, Ebubekir olmasındaki hikmet anlatılır.
Oysa bizde damat öncelemek modalandı malum. Devletin binlerce yıllık kasasının başına geliverdi sanki daha bir ehil isim yokmuş gibi. Çorap söküğü gibi gelen nepotizm yanlışlarının bedelini de ağır ödedik…
--Diğer sevdiğim bir hikâyede Hükümdar ve Kuş Fenze öyküsüdür.
Hikâye oldukça uzundur ancak Kuş Fenze’nin sözünde duramayan verdiği ahdi yerine getiremeyen hükümdara söylediği sözler manidardır;
“Yazıklar olsun ahdini tutmayan hükümdarlara! Hukuka riayet etmeyen, dostunu korumayan, edepten bînasip hükümdarlarla dostluk kuranların vay haline! Hakikatte onlar hiç kimseyi sevemezler, hiç kimsenin kıymeti yok onlar nezdinde. Ancak birinden bir fayda umdukları zaman yana şırlar, bilgisinden istifade etmek için adam tutarlar. Lâkin amaçlarına erişince ne dostluk kalır ne saygı! Ne ihsan ne de hukuka riayet!
Böyle hükümdarlar işlerini dâima cürm ü cefâ ve ikiyüzlülükle götürürler. İşledikleri nice büyük hatayı küçümserler ama istedikleri en hafif, önemsiz bir şey engellenmeye görsün... Birden azılı bir canavar kesilirler.
Kin ve nefret her yerde, herkeste dehşetlidir; sahibini alev alev yakar. En dehşetli olan ise hükümdarın kalbinde yeşerendir. Zira hükümdar taifesi intikam almayı din gibi görürler. Onlar öç almak için çaba göstermeyi şeref sayar. Akıllı kişi, kindar adamın sakinleşmesine aldanmaz. Ondaki kinin için için yandığını bilir.
Tahrik ettirici bir sebep zuhur etmedikçe kül altında ödünsüz bekleyen köze benzer kin… Kor ateş nasıl iştahla çıtır çıtır yakacağı odunu ararsa kin hissi de kendini zuhur ettirici sebepler arar, bahaneler bulur. Bulduğu anda parlar, sarı dilli dev alevler gibi… Artık kindara ne yumuşak söz ne alttan alma ne yalvarıp yakarma ne de “Haklısın!” demek fayda eder. Ancak hasmının canı kindarın içindeki ateşi söndürebilir.
Bu dünyada yaşayan kişi tehlikeden kaçınmalı, belâ gelecek yere sokulmamalı, ölçüp tartarak işe başlamalı, kabadayı edalarıyla gücüne güvenmemeli, itimat etmediği adamlarla yola çıkmamalıdır.
Boğazına tıkanacak kadar büyük lokmayı yutan ölçüsüz adam elbet debelene debelene boğulacaktır. Düşmanın lâfına aldanarak ihtiyatı terk eden kişi herkesten çok düşmandır kendine karşı. Ne getirip ne götüreceği, hangi sırlara gebe olduğu hususunda bilgi elde edilemeyecek “kader” mevzuu hakkında fikir beyan etmek kimsenin haddine düşmez. Kişiye düşen ihtiyata sarılmak, tedbiri almak, özgücünü sonuna kadar seferber etmek ve kendini mesul tutmaktır.
En kötü para, gerektiğinde harcanmayandır. En kötü hanım kocasına karşı serkeş davranandır. En kötü evlat, ana babaya eziyet edip âsi davranandır. En kötü dost, zor zamanda sırtını çevirip gidendir.
En kötü hükümdar, masumları korkutan, haydutları ve çeteleri kollayan, kısaca halkını koruyamayandır. En kötü ülke, anarşinin kol gezdiği, ekonomik sıkıntıların had safhaya vardığı ülkedir. Şüphesiz benim can güvenliğim yoktur senin yanında. Sana yakın olursam bana huzur yok.
Kuş Fenze bu sözlerden sonra hükümdara veda ederek, uçup gitmiştir. Bir tek yalanı hükümdara olan itimadını söküp atmıştır.
Tarih ibretle doludur. Bazen bir kuşun ağzından nasihatler dile gelir. Payına düşeni alabilene…