Kierkegaard’a göre kim korkmalı, titremeli?

Bir insan ancak çok korku ve titreme içinde Tanrı ile konuşabilir, çok korku ve titreme içinde”

Søren Aabye Kierkegaard 19. Yüzyılda Danimarka’da yaşamış filozof ve ilahiyatçıydı. Hem zamanının Hegelciliğini hem de Danimarka Kilisesi’nin boş formaliteleri olarak gördüğü kurallarını şiddetle eleştirdi. Çalışmalarının çoğu Tanrı’ya inanç, Hıristiyan Kilisesi’nin kurumsallığı, Hıristiyan etiği ve teolojisi, bireylerin yaşamın sunduğu seçeneklerle karşı karşıya kaldıklarında içine düştükleri duygu ve düşünceler gibi dini temaların ele alındığı yapıtlardı. İlk kitapları karmaşık bir diyaloglar bütünü gibi gözükse de kendi içinde ayırt edici bakış açılarını sunan argümanlardı ve bu eserlerini çeşitli takma adlar altında yazdı.

Akademisyenler, Kierkegaard’ı varoluşçu, neo-ortodoksist, postmodernist, hümanist ve bireyci olarak çeşitli şekillerde yorumladı.

Kierkegaard yazdığı iki kitabı diğerlerinden ayrı yerde tuttu ve onlarda ayrı bir mükemmeliyet bulduğunu hemen her ortamda ifade etti. Bu kitaplar Korku ve Titreme ve Ölümcül Hastalık Umutsuzluk’tu.

Korku ve Titreme’de İbrahim ve İshak’ın kıssasını ele alarak, etik olanı aşan, absürdün karşısında direnen ve mükafatını sadakatle feda etmeye istekli olduğu her şeyin karşılığında eline alan İbrahim’in iman şövalyeliğini anlatırken, Ölümcül Hastalık Umutsuzluk’ta umutsuzluğun ruhsal kaygısını inceledi.

Korku ve Titreme İbrahim ve İsmail kıssasının en realite argümanlar içeren tefsiridir. Müslümanların da dini inancında farklı isimlerle de olsa yer etmiş bu iman deneyinin tüm yönleri Kierkegaard’ın yorumlarıyla başka bir yönden anlatılır.

İbrahim’in iyi bir mümin olma vizyonu iyi bir baba olma idealidir aynı zamanda. Bu ahlaki amaç, Allah’tan biricik evladını kurban etme emrini aldığı anda sekteye uğrar. Güzel evladından vazgeçmeli midir?

İbrahim bir inanç sınaması olarak oğlu İshak’ı nasıl kurban edecektir. Kitabın ilk bölümünde Kierkegaard, imanı bir inanç biçimi olarak analiz eder ve “Credo quia absurdum – Saçma olduğu için inanıyorum”un bir iman ediş biçemi olmadığını anlatır. İkinci bölümde ise imanı (inancın temelinde yatan ve onun doğru bir inanç olduğunu garanti eden bundan dolayı da bu inanç nedeniyle yapılan eylemleri haklı çıkaran) Tanrı ile bir ilişki olarak analiz eder. İnanç, etiğe, ideallere ve insani olana aykırı olsa da imkânsız görünse de bir arzuya bile bile tutunmaktır ve inanç hayatın hemen hiçbir anında umduğunu elde edememiş birey için, gerçek olanın sürekli olarak ideale dönüşmesidir.

Kierkegaard’a göre İbrahim, vaadin İshak aracılığıyla gerçekleşeceğine hâlâ inanıyordu. Kierkegaard, Nietzsche’nin tanrının ölümünü ilan eden Zerdüşt’ünün aksine, iman için feda edişin bir sahnesi olarak insan yaşamını merkeze alıyor. Oğlunun yaşamıyla imanı sınanan büyük peygamberi ve peşi sıra gelen Tanrının büyük merhametini anlatıyor.

Kierkegaard’ın adeta sanatsal portresini çizdiği, İbrahim ile kişiliğe bürünmüş o “iman”, artık günümüzdeki çoğu “inanan” için bir ideal bile değil. Elbette imanı kutsamadığı için modern aklı ve insanı yargılayamayız. Seküler bakışta iman bir suç değilse de kınanmayı hak eden bir geri zihin ürünüdür. Zaten bu çağ kimseden İbrahimvari bir fedakarlık da beklemiyor. Ancak hayatının temeline imanı koyduğu ve yaşam tarzının bunun saf bir yansıması olduğunu iddia edenler ciddi bir muhasebeyi hak ediyor.

Hayat pratiklerinde, temelini sağlam bir imandan almış olması gerektiğini düşündüğümüz eylemleri, duruşları ve savunuları düşünsel ve ruhsal bir savrulmuşluğun izlerini taşıyor. Gündelik hayatlarında kendilerini topluma sundukları ikonik duruşlar dindar bir aura çiziyor, gelin görün ki bu dini tezahürlerin temelinde bayat bir gösteriş arzusu, dünyevi emellere ulaşmak için yıllarca kendinden bile sakladıkları bir hırs kendini belli ediyor. Dışarıdan bakışta sağlam inancın samimi ve derin bir tezahürü olmasını umduğumuz tarz-ı hayatları, artık neyin ne için, kimin adına, ne amaçla yapıldığının bilinmediği bir şuursuzluk hali.

İbrahim’in bir samimiyet zirvesi olarak “halil” unvanını hak etmişti -bir insan için Yaratan’ın samimi dostum demesi ne yüce bir onurdur. Diğer taraftan, günümüzün imanlarının ciddi bir samimiyetsizlikle malül olduğu da açık. İmanın adını koymakta mahiriz, hesabını vermekte ise aciz. En kötüsü, iman bizim için dünya metalarımızı satabildiğimiz uygun bir pazar oldu, elbet kopacağı mukadder çıkar ilişkilerimizi bağladığımız gevşek bir ip belki de. Bugün kendilerini sarsılmaz bir birliktelik içinde gördüğümüz, kendilerini yüce bir davanın hadim ve askerleri sayanlar, ulvi gayelere hizmetlerini lanse edenler, imanlarının sınandığı görmekten en çok çekinenler onlar olmalı aslında. Korkmalı ve titremeliler.

O gün, o samimi dostlar birbirlerine düşman olurlar, muttakiler müstesna” (43:67)

YORUMLAR (24)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
24 Yorum