Yargıda ölümcül yetmezlik: 4 uzaklaştırma kararı ve cinayet

Bir kaç gün önce, medyada yer alan bir haber:

“İki çocuk annesi tıbbi sekreter E.K, daha önce hakkında üç kez uzaklaştırma kararı aldırdığı, 4’üncü uzaklaştırma kararının da tebliğ aşamasında olduğu eski eşi tarafından, çalıştığı hastanede güpegündüz saldırıya uğradı ve pompalı tüfekle katledildi.”

Medya kanallarına yeni düşen başka bir haber:

“Samsunda, daha önce çeşitli şiddet eylemleri nedeniyle defalarca yakalanıp serbest kalan Y.G, kızını bıçakladı, bir kaç ay sonra tahliye edildi. Cezaevinden çıkar çıkmaz, daha önce defalarca uzaklaştırma kararı verilen eski eşinin yanına gitti ve evin balkonunda eşini ‘kupa bardakla kafasına defalarca vurarak’ katletti.”

Uzaklaştırma kararı; özellikle aile içi şiddet, tehdit, ısrarlı takip ve benzeri tehlikelerde hayati risk altındaki kişiyi korumak için mahkemece verilen, hukuken bağlayıcı bir koruma tedbiridir. Burada amaç; mağdura yaklaşmayı, iletişim kurmayı, konuta veya iş yerine gelmeyi, silah taşımayı veya şiddet içeren eylemleri önceden durdurmak ve gerekirse hapis veya tutuklama yoluyla tekrar eden şiddeti önlemektir.

Ancak, iki olayda da aklın sınırlarını zorlayacak kadar absürt, çelişkili ve izah edilemeyecek noktalar var:

-Uzaklaştırma kararları ihlal edildiği halde, polis ve adli makamlarca her ihlalin ardından, neden amaçsızca tekrar tekrar aynı kararlar verildi?

-Mevzuat, kararın ihlal edilmesi halinde; zorlama hapsi, tutuklama, adli kontrol gibi daha güçlü yaptırımları öngördüğü halde, bu kapsamdaki tedbir ve gerekliliklere neden yer verilmedi? Eğer yer verildiyse, nasıl oldu da her kararın ardından yine ihlal geldi ve alınan önlemler iki olayın cinayete varmasına yol açacak kadar etkisiz ve sonuçsuz kaldı?

-Her iki olayın faillerinde, tekrarlayan şiddet geçmişi, eski suç kayıtları, mağdurlara yönelik tehdit ve ihlal verileri bulunduğuna göre; “yüksek riskli” olarak işaretlenmeleri ve bu olaylarda çok daha titiz ve yakından takip edilmeleri gerekmez miydi?

-Çoklu şiddet eylemleri nedeniyle hakkında defalarca uzaklaştırma kararı verilen ve bu dönemde kararı ihlal ederek ayrıca kızını bıçaklayan bir kişi, hapse atıldıktan bir kaç ay sonra nasıl tahliye edilebildi ve serbestçe dışarıda dolaşabilmesine fırsat verildi?

-Verilen uzaklaştırma kararlarına uyulup uyulmadığı polisçe takip edilmedi mi? Kararların ihlal edilmesini engelleyecek; mağdur bilgilendirme hattı, anlık uyarı, güvenli rota ve acil destek ağlarına erişim kanalları, elektronik kelepçe, mağdurun devreye sokabileceği sinyal cihazı gibi teknolojik sistem ve çözümler neden kullanılmadı?

-Katil, hastaneye güpegündüz pompalı tüfekle nasıl girebildi?

Bu kapsamda, daha pek çok soru sorulabilir.

Haberdeki akla ziyan bir ifadeye göre, dördüncü uzaklaştırma kararı “tebliğ aşamasında” imiş; katil henüz karar kendisine tebliğ edilmeden gidip eski eşini öldürmüş.

Sanki tebliğ edilebilseydi sonuç değişecek miydi? Daha önceki üç uzaklaştırma kararının tebliğ edilmesi, mağduru tehditlerden ve şiddete uğramaktan kurtarabildi mi ki, dördüncüsünün tebliğ edilmesi cinayeti engelleyebilsin?

Uzaklaştırma tedbiri, “A4” kâğıdına yazıcıdan çıktısı alınarak yetkili merciye imzalattırılan karar yazısının ilgili memur tarafından uzaklaştırılacak şahsa tebliğ edilmesiyle her şeyin olup bittiği bir uygulama mıdır?

Mahkemece verilen uzaklaştırma kararının anlamı nedir? Mağduru tehdit eden ve ona karşı şiddet kullanan zanlıya; “Beyefendi, eski eşinizin şikayeti üzerine hakkınızda uzaklaştırma kararı verdik. Takdir buyurur ve karara riayet ederseniz, lütfen mağdurun yanına yaklaşmayınız” yönündeki bir karar mıdır?

Katilin önceki tedbir kararlarını ihlal etmesine rağmen, hiç bir engelleyici ve caydırıcı müeyyide ile karşılaşmadan tehdit ve eylemlerini sürdürebildiğine, hatta bu arada kızını bıçaklama fırsatı bulabildiğine ve iki ay hapis yatmadan serbest bırakıldığına göre, uzaklaştırma kararının başka bir anlam ve işlevinin bulunduğu iddia edilemez.

İki olayda da baştan sona yaşananlara ve ortaya çıkan tabloya bakıldığında, güvenlik ve yargı sisteminin tüm aşamalarındaki görevlilerin sorumluluklarının; neredeyse yalnızca “tutanak düzenlemek, ifade almak, kayda geçirmek, dosya oluşturmak, suç faillerini oraya buraya sevk etmek, alınan kararlarla ilgili yazıları muhataplarına tebliğ etmek ve bu kapsamda ‘tebliğ-tebellüğ belgesi’ imzalatmaktan ibaret” olarak algılandığı yargısına varmamak mümkün değil.

Aynı konu ve fail ile ilgili, aynı mahiyette bir değil, iki değil, üç değil değil, tam dört uzaklaştırma kararı…Uzaklaştırma kararı sayısının bir sınırı yok mu? İlk ihlalden sonra prosedür ve izlenen yol değişmediğine göre, anlaşılan 9’uncu defa da ihlal etse sonuç değişmeyecek.

İkinci defa ihlal gerçekleştiğinde, tutuklama veya hapis cezası gibi mağdura fiili zarar verme riskini ortadan kaldıracak bir çözüme gidilmemesi ve göz göre göre her iki olayın da cinayetle sonuçlanması; güvenlik ve adalet sisteminin işleyiş süreçlerinin arkasında “Don Kişot’un kötülüklerle savaşmasındakine” benzer, katlanılamayacak derecede trajikomik bir zihin yapısının bulunduğunu göstermiyor mu?

Bu nasıl bir zihin yapısı ve bunun dayandığı sistem nasıl bir sistemse; ülkemizdeki binlerce karakolda, devasa adliye saraylarında, yüzlerce cezaevinde, yüzbinlerce kişilik emniyet, yargı ve infaz görevlileri eliyle işletiliyor gibi görünse de; varlık sebebine, misyonuna, amaç ve hedeflerine bütünüyle aykırı sonuçlar ortaya çıkabiliyor? Mağdurların ihbar ve şikayetleri üzerine, defalarca verilen uzaklaştırma kararları, kararların defalarca ihlali ve hapse girip çıkmalar gerçekleşiyor; ancak son tahlilde sistemin kaydı, kontrolü, takibi ve gözetimi altında iki olaydan da cinayet doğuyor.

Sorun nerede?

Cezaların yetersizliğini ve infaz garabetini bir kenarda tutarsak, çözümsüzlüğün ve amaçlara tamamen ters sonuçlar çıkmasının temelinde; insanların mağduriyet yaşadıkları olaylara sistem bütünlüğü çerçevesinde ve sonuç odaklı olarak yaklaşılmaması, bununla bağlantılı olarak güvenlik ve yargı süreçlerinin “memur zihniyetiyle” ve “mış gibi” yönetilmesi” sorunu yatıyor.

Şiddet, tehdit, darp, yaralama, öldürme gibi insanların can güvenliğine kasteden suçların doğuşu ve gelişim süreci içinde yer alan olaylar zincirinin her bir halkasını birbirinden kopuk, mevzuatta yer alan işlemlerin kâğıt üzerinde şeklen yerine getirilmesi ve gerekli tedbirlerin görünürde alınmasıyla önlenebilecek tekil olaylar gibi ele almak, bu zihniyetin açık ifadesidir. Bunun, sonuçta cinayete ve çocukların öksüz bırakılmasına kadar varabilecek vahim sonuçlar doğurabileceği her iki olayda da acı bir şekilde görülmüştür.

Böyle bir güvenlik ve yargı sistemi, donuktur, statükocudur, şabloncudur; devletin güvenlik ve adalet hizmetleri bağlamında kendisinden bekleneni yerine getiremediği için, çoğu defa “yok” hükmündedir

Sonuçta her iki olayda da göz göre göre işlenen cinayetin ve öksüz kalan çocukların vebali; yetersiz ceza ve infaz hükümlerini değiştirmeyenler başta olmak üzere, bu konudaki görevlerini gereği gibi yerine getirmeyen güvenlik ve yargı sorumlularının boynundadır.

YORUMLAR (18)
18 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.