94 senenin ‘tebeddülat’ı

Ankara’dayım. Bu sabah, 23 sene sonra, Melih Gökçek’in Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olmadığı ilk sabah.

Benim konuştuğum Ankaralılar, Gökçek’in istifasının Ankara’daki belediye seçimlerinde AK Parti açısından bir sorun oluşturmayacağını düşünüyor.

Melih Gökçek kendisinde bir metal yorgunluğu olmadığını söyledi. Benim de kanaatim bu istikamette.

Fakat, öyle görüyorum ki, Ankaralılarda, Gökçek’ten kaynaklanan bir metal yorgunluğu teşekkül etmiş.

Bugün, (yani dün) aynı zamanda bir milli bayram. Cumhuriyet Bayramı.

94 sene olmuş Cumhuriyet kurulalı. Uzun bir zaman. 6 sene sonra 1 asır.

(Heyhat! 2023 de yaklaşmış iyice.)

Ben, ilk Cumhuriyet Bayramı’nı Kocamustâpaşa’da, Hekimoğlu Ali Paşa İlkokulunun birinci sınıfında idrak etmiştim.

Sene 1965. Demek ki 42. Yılında.

Okula gitmezken ne bileyim Cumhuriyet’i?

(Oğuz Atay Tutunamayanlar’ında Cumhuriyet Bayramı’nda babasının elini öpüp harçlık bekleyen bir çocuk sahnesini hayal meyal hatırladım şimdi.)

1965’ten beri 52 yıl geçmiş.

Vay be, ihtiyarlamışız!

Çocukken bilmiyorduk... Şimdi de tam biliyor sayılmayız.

‘Biliyorum’ diye ortalıkta gezinenlere bakmayın, onlar da doğru dürüst bilmiyor.

Herkes, işine gelen ‘tez’i bilgi diye satıyor.

Benim ilk idrak ettiğim Cumhuriyet Bayramı, 29 Ekim 1923’te kurulan Cumhuriyet’in tıpatıp aynısı olan bir cumhuriyetin bayramı değildi.

Şöyle ifade edeyim.

29 Ekim 1923’te Atatürk bir Cumhuriyet kurdu. Bu cumhuriyeti şekillendiren faktörlerden birisi Lozan Anlaşmasıdır.

Lozan, Cumhuriyet’in sadece coğrafi sınırlarını değil, muhtevasını da çizmiştir.

Çok partili siyasete ne zaman geçtik?

1950’de.

Demek ki 1950’de bir değişiklik oldu. (Değişiklik, tebeddül. Bu kelimeyi bir kenara koyun.)

İsmet Paşa gönüllü olarak yapar mıydı bu değişikliği?

Zannetmiyorum.

Dünyadaki siyasi konjonktür çok partili yapıyı zorunlu kıldı. İsmet Paşa da Cumhuriyet’in yapısında bir tadilat yaptı.

Demokrat Parti iktidara geldi. Adnan Menderes Başvekil oldu.

Bu düzen, 1960’a kadar yaşadı.

Herhalde benim ilk idrak ettiğim, Cumhuriyet’in 1960 ihtilalinden sonraki şeklidir.

60’lar, 70’ler, aynı minval üzere devam etti. 80’e kadar.

12 Eylül 1980, bir yeniden yapılanma darbesiydi.

1983’te bir 50. Yıl Marşı çıkmıştı.

“Müjdeler var yurdumun toprağına taşına

Erdi Cumhuriyetim elli şeref yaşına”

80 ihtilalinin kapısını açtığı ‘değişim’ Özal iktidarını getirdi.

Tecrübeme dayanarak söyleyeyim, bu değişiklikleri, iklim değişikliği gibi hissediyorsunuz. Küresel ısınma falan diyorlar ya, onun gibi. Sonra bir değişiklik daha.

İklim öyle değişti ki, rüzgar, bizim memleketin yayla rüzgarı gibi bir aşağıdan esiyor, bir yukarıdan.

28 Şubat 1997!

28 Şubat, yaptıkları, 82 Anayasasını suiistimal ederek yaptı.

Bunlar, birtakım ‘restorasyonlar’dı.

İç ve dış konjonktürün sağladığı alet edevatla, bazen de ‘durumdan vazife çıkarılarak’ yapılan değişiklikler.

Bütün restorasyonlar dört başı mamur olmuyor. Veya herkesi memnun etmiyor, bazılarını sevindiriyor, bazılarının canını sıkıyor.

Yine de, 80 ihtilalinin kasvetini Turgut Özal’ın ve ANAP’ın dağıttığını söyleyebilirim.

28 Şubat’ın kasvetini ise Erdoğan liderliğindeki AK Parti dağıttı.

Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişi de, en az yukarıdakiler kadar önemli bir dönüşümdür. Milat olarak 17-25 Aralık’ı mı almak lazım? Yoksa 15 Temmuz’u mu?

Veya 16 Nisan referandumu.

Herkes gönlüne göre bir milat seçsin.

Kaç saydım? 1923. 1950, 1960, 1980, 1997 ve 2017.

Benimkiler altı tane olmuş. Biraz çalışsak bu sayıyı artırabiliriz.

Bunlara değişim, dönüşüm, viraj, dönemeç, inkılap gibi isimler yakıştırmak caizdir.

Evet, Cumhuriyet aynı Cumhuriyet.

Fakat tıpatıp aynı değil.

Ne diyordu Ahmet Cevdet Paşa?

“Ezmanın tagayyürü ile ahkamın tebeddülü inkar olunamaz.”

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum