‘Ander kalsun koyunlarun’
Bizim masallarımızda, ‘padişahın kızını alma’nın esaslı bir yeri vardır.
Matah bir şey midir padişahın kızını almak?
Hiç zannetmiyorum.
Babasının padişah olması, kızın sağlıklı bir kız olmasına mani olmuyorsa mesele yok.
Ama ya ‘benim babam padişah, benim anam sultan’ diye ikide bir tafra yaparsa?
‘Ben babamın evinde ipek çarşaflarda yatıyordum, benim nedimelerim vardı, elim sıcak sudan soğuk suya girmiyordu’ diye kafa ütülerse?
Bana hiç cazip gelmiyor.
Fakat işte talip olduk padişahın kızına.
Ne zaman?
1959’da. Temmuz’un 31’inde.
Bir gün geç kalsak Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) büroları yaz tatiline girecek. Aman geç kalmayalım.
Zamanın Hariciye Vekili Fatin Rüştü Zorlu demiş ki, “Yunanistan çivileme boş bir havuza atlasa, hemen onu takip etmek lazım.”
Yunanistan’ın ortaklık müracaatından iki hafta sonra Başvekilimiz Menderes müracaatını yapmış.
Tabii ‘devlet’ iki sene sonra ikisini de idam etti.
***
Eh, mevzuatımızda idam cezası vardı ve ‘devlet’ mevzuatı, Dahiliye Vekili Hasan Polatkan’ı da ilave edersek bu üç siyasetçiyi öldürmek maksadıyla kullandı.
Mevzuat dediğimiz şey, kötü insanların elinde kötü maksatlar için kullanılabiliyor.
Her neyse… Elbette AET’ye müracaat ettikleri için öldürülmediler. Başka bahaneler üretildi.
Köpek Davası, Bebek Davası, Barbara Davası… Say sayabildiğin kadar.
Yargı tarihimiz böyle bir sürü sabıkayla dolu.
1959’dan beri bitmez tükenmez bir naz ve niyaz!
Ne biçim padişahın kızıymış, fesübhanallah!
Padişahın kızına talip olmak işimize yaramadı değil.
Şeklimizi şemalimizi bahaneyle biraz düzelttik. İşkenceyi kaldırdık. Tüketici haklarımız gelişti vesaire…
İyi de, her adımda bir bahane, her adımda bir bahane.
Fasıl açamıyoruz, Güney Kıbrıs istemiyor.
Merkel istemiyor.
Sarkozy istemiyor.
Elinin körü istemiyor.
Hani masallarda padişahın kızına talip olunca şununla güreşeceksin, şununla dövüşeceksin, yedi başlı ejderhayı yeneceksin, Kaf Dağı’nın ardından peri padişahının bilmem nesini getireceksin… Adamın kızı vermeye niyeti yok ya. Boyuna icat çıkarıyor.
***
Eski bir türkü var.
Maçkalı Hasan Tunç’la Cemile Cevher karşılıklı söylüyor.
Fadime galiba biraz gönülsüz.
Uşak türküde soruyor.
“Ey Fadimem niçun niçun.”
Kız nazlanıyor.
“Yeleğum yok onun içun.”
Uşak cömert.
“Sana bir yelek alayım
Kopçalari ben olayım”
Ey Fadimem niçun niçun?
Kuşağum yok onun içun.
Sene bir kuşak alayim
Piskilleri ben olayim.
Böyle devam ediyor türkü. Fadime’nin her zaman bahanesi hazır.
“Çorabım yok onun içun… Fistanum yok onun içun…”
Türkünün finali güzel.
Oğlan soruyor:
“Ey Fadimem sen nereye?”
Cevap: Koyunlar indi dereye.
Çocuğun canına tak etmiş mevzuyu bitiriyor:
“Ander kalsun koyunlarun
Yeter oldi oyunlarun.”
AB’yle böyle bir noktaya ya geldik, ya gelmek üzereyiz.
Padişahın kızı ihtiyarladı. Eski cazibesi kalmadı.
Yüz göz olduk. Onlar bir şey deyince biz de lafımızı esirgemiyoruz.
Bu gidişle masalımız, ‘Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine’ hatimesiyle bitmeyecek.
Üstelik son zamanlarda Çin padişahının kızına meylimiz var.
Allah’tan hayırlısı.