Baharın ve orucun düşmanı
Bahar, Allah’ın, ‘ba’su ba’del mevt’i dünya gözümüze gösterdiği mevsim. Hayat, yükseliyor topraktan. Çıldırmış gibi her şey. Yapraklar, tomurcuklar, çiçekler...
Allah’ım, ne güzel yaratıyorsun!
Ve Ramazan.
Bu ay, insanlara, başka zamanlardan daha iyi davranmamız öğütleniyor.
Zira, insanlar, Ramazan-ı Şerif’te Allahu Teala’nın mihmanıdır. (Mihman: Konuk)
Ve Şehzadebaşı.
“Yerleşecek yer aramak
Camiinin avlusunda
Soğuk bir taşa oturmak
Gün doğmadan Şehzadebaşı’nda.”(Sezai Karakoç.)
Bu camiin güzelliği başkadır.
Sinan, herhalde, dünyadan göçmüş genç bir şehzadenin hatırasına yaptığı için, daha genç yaptı Şehzade Mehmed Camii’ni. Nasıl süslü minareleri.
Sabah, haberlerde içinin perişanlığını görünce çok üzüldüm.
Baharı tanımıyor terör.
Ramazan’ı tanımıyor.
Orucu tanımıyor.
Camii, namazı, ezanı, Kitabı, hiç tanımıyor.
İnsan hayatının ‘muhterem’ oluşunu, asla umursamıyor.
Yaptığı, bir kez daha, ‘siz neyi mübarek görüyorsanız, neyi güzel görüyorsanız, ben onun düşmanıyım’ diye ilan etmek.
Yakışır mıydı İstanbul’a, Ramazan’ın ikinci sabahı pis bir kafanın içinden patlayan pis bir bomba?
Yakışır mıydı, o gencecik oğulların, Şehzadebaşı’nda, sabah, vazife yaparken namussuz bir bombayla parçalanmaları?
Gece, sahura kalkmıştı o polis çocuklar, tahmin ediyorum, hepsi.
Sabah, bedenlerinde, taze orucun mahmurluğu vardı.
Neden öldürmek istersin o oğulları?
‘Kürtlere özgürlük’ diyebilir misin? Dersin de, kim inanır?
‘Özgür Kürt’ sevmezsin sen.
Sen, Kürdü, esir edebildiğin kadar seversin.
Rehin alabildiğin, köleleştirebildiğin, susturabildiğin, sindirebildiğin kadar.
Sen, kendine, Kürtlere tahakküm etme, Kürtlere zulmetme, Kürtleri serbestçe kullanma özgürlüğü istiyorsun.
Allah belanı versin!
***
İki gün önce, yetkililer, hendek savaşlarının bittiğini, şehirlerdeki terörün büyük bir ölçüde kontrol altına alındığını açıklamıştı.
İnşallah tamam olur. Biter bu lanet olası savaş.
Bitsin, ne olur.
Her gün, üç şehit, beş şehit. Bu acılar, yakar haneleri, yakar anaları babaları.
Devlet açıklamasından bir gün sonra geldi, Şehzadebaşı patlaması.
Gelin, lüzumsuz analiz yapmayalım, ‘zamanlama manidar’ falan diye.
Anlaşılıyor zaten ‘manidar’ olduğu, malumu ilama lüzum yok.
(Malum: Bilinen. İlam: Bildirmek. Galat olarak kullanılan ‘ilan’ ise aleni hale getirmek, açıklamak.)
Elalemin ‘üst akıl’ı var diyelim.
Bizim de bir ‘Devlet aklı’mız olsun. Bir ‘kişi’den bahsetmiyorum, bir ‘küll’den bahsediyorum. Çok unsurlu bir bütünden.
Herhalde vardır öyle bir aklımız. Biz, vatandaşlar olarak hep var olduğunu sanıyoruz.
O akıl, bir taraftan gündelik bakmak istiyorsa baksın hadiselere. Tabir caizse, işi yetiştirsin. Hatta, lüzumu halinde hamaset yapsın. Onlar da ihtiyaç.
Fakat bir taraftan da, hiçbirimizin bakamayacağı kadar analitik, hiçbirimizin bakamayacağı kadar soğukkanlı, her şeyi, içeridekini ve dışarıdakini, dostu ve düşmanı görecek kadar yukarıdan baksın.
Tamam, kötülüğümüzü isteyenler var, bize tuzak kuranlar var, ‘dahili ve harici bedhahlar’ımız kim bilir kaç düvel.
Yargı, hala paralel heyuladan kurtulabilmiş değil. Güvenliğin sorunları hakeza. Paralelin düşüncesi bile, konsantrasyon bozabilir.
O akıl, hepsini görsün.
Bizim gördüklerimizi de göremediklerimizi de...
Görsün ve milleti bu beladan kurtarmanın yolunu bulsun.