‘Melali anlamayan nesle aşina değiliz’
Şiirin ciddi bir iş olduğunu fark ettiğim sıralarda elimde çok antoloji gezdirdim. Renklerini bile hatırlıyorum.
Dünya Şiiri Antolojisi, çimen yeşili. Bu kitabı Balıkesir’de, Akasyalar Kıraathanesi’nde okurken Hüsnü Yurdusev masama geldi. Şair olduğunu söyledi. Biraz şiir konuştuk. Alphonse Dodet’nin bir şiirini ezberden Fransızca okudu. Hayret!
Hisar’da ve Varlık’ta şiiri çıkardı. Allah rahmet eylesin.
Divan Şiiri Antolojisi koyu yeşil.
İkisi de Milliyet Yayınları’ndan. (Şimdi yok Milliyet Yayınları.)
Bir antoloji daha... Modern Türk Şiiri Antolojisi. Ülkü Tamer’in. Taba rengine yakın bir sarı. (İş Bankası Yayınları.)
Antolojiler, şiirle aşinalık kurmak isteyenler için faydalıdır.
Bu kadar lafı, antolojilerin faydasını anlatmak için etmedim.
Ahmet Haşim’i yazmayı düşünüyordum. Ve Haşim’in şiirine ilk Ülkü Tamer’in antolojisinde rastladığımı hatırladım.
‘Merdiven’ şiirinin yer aldığı sayfa gözümün önüne geldi. Bu yüzden antoloji lafı ettim.
Bir tek ‘O Belde’ işitmiştim. ‘Hababam Sınıfı’ Lüleburgaz’da sahnelenmişti. Babam ve rahmetli Annem gidip seyrettiler. Bir replik dillerinde dolaşıyordu, “Haşim’in O Belde’sini oku bakayım!”
Neydi ‘O Belde?’ Bilmiyordum. Komik bir şey mi?
Antolojide gördüm, komik değil.
Fakat lisanı biraz müşkil.
“O belde/Durur menatık-i duşize-i tahayyülde.”
İyi bir şeydi herhalde. Ama hissedemiyordum.
Sonradan anladım. Haklı Haşim. ‘Duşize’ yerine ‘el değmemiş’ dese şiir uçup gidecek.
“Melali anlamayan nesle aşina değiliz.”
Bunu hissettim. Melali anlamayanı, biz de anlamak zorunda değiliz.
Servet-i Fünun, Fecr-i Ati... Bunlar, lise edebiyat müfredatının en sıkıcı bahisleridir.
Şiir külliyatımızın en sıkıcı şiirlerini de her halde bu akımların mensupları yazmıştır.
Haşim’de de sık sık gördüğümüz şiiri yokuşa süren dil, Fecr-i Ati’nin karakteri olmalı.
Neyse, kalıcı olmadı. Şiir, kendi yolunu buldu. Ahmet Haşim de...
“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak”
O şiirde en çok güllerin kanayışına vuruldum.
“Eğilmiş arza kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller.”
Sanki şiir yanıyor!
İlk gençliğimin kim bilir kaç akşamına şu mısralar eşlik etmiştir:
“Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta.”
Merdiven, şiirimizin anıtlarından biridir.
Bir eşsiz şiir daha... Bu kadar güzel olabilir!
“Yarin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir karanfil
Ruhum acısından bunu bildi.”
Sade bunu yazmak bile, bir şairin ‘şair’ olarak anılması için yeterli. Piyale’yi de ‘Karanfil’in yanına koymak isterim.
“Zannetme ki güldür ne de lale
Ateş doludur tutma yanarsın
Karşındaki gulgûn piyale...”
Ahmet Haşim’in bestelenen şiirlerinden biri... ‘Bülbül.’
(Gülün can vermesi hazin. Ama, şiir leziz.)
Bazı şiirler bestelendiğinde pörsür. Şarkıdan kaçıp şiirin hususi ‘musıki’sine sığınmak istersin. ‘Bülbül’ öyle değil. Bestesi de güzel.
Haşim’in ‘Başım’ şiiri ‘müthiş’tir. Kelimenin iki anlamıyla da ‘müthiş.’
Biliyorsunuz, ‘müthiş’ dehşete düşürücü, korkutucu demek.
Şimdi olumlu sıfatları kuvvetlendirmek için de kullanıyorlar. Müthiş güzel. Müthiş manzara... (Ben bu şekil kullanışı sevmiyorum, belirtmiş olayım.)
‘Başım’da Haşim, korkunç bir tasvir yapıyor.
“Ürkerim kendi hayalatımdan/Sanki kandır şakağımdan akıyor
Bir kızıl çehrede ateş gözler /Bana gûya ki içimden bakıyor
Dişi tırnakları geçmiş etime/Gövdem üstünde duran ifritin.
Ben, kendi başını Ahmet Haşim kadar korkunç anlatana rastlamadım. Bu, şair cesareti olmalı.
Şiir tamam. Ama Haşim’in yanıldığını en güzel söyleyen Ahmet Hamdi Tanpınar’dır:
“Ben şiir dediğimiz şey için bu baştan daha güzel bir mahfaza, zekâ denen kıvılcım için bu gözlerden daha mükemmel iki menfez görmedim…”
Şiiri gibi yaşadı Ahmet Haşim. Hazin, kederli, kasvetli.
Bitmemiş bir şiir gibi öldü.