‘Yalnız hüznü vardır kalbi olanın’
Bir satranç oyuncusu değilim ben. Çok az oynadım. Bazı şeyler aklımda. Taşların ne tarafa, nasıl hareket ettiğini mesela...
En iyi bildiğim attır. L harfi şeklinde hareket eder satranç tahtasının üstünde.
Fil, çapraz hareket eder, kale sağa-sola dümdüz gider ve saire.
Acayip oyundur.
İşini satranç oynar gibi yapan, hayatı satranç oynar gibi yaşayan insanlar vardır.
Satrançtaki gibi oyun kuranlar...
Hayata benzer satranç.
Sen, oynamıyor olabilirsin. Fakat seninle oynanmasına mani olamazsın.
Bazen, oynamadığın halde mağlup olursun.
Satranç, daima İlhami Çiçek’in esmer ve mahzun yüzüyle birlikte gelir hayalime.
İlhami Çiçek, eski ve derin bir yara gibi ince ince sızlar içimde.
Sizde de var mıdır böyle bir his: Bir intihar işitince, bir suçluluk duygusu çöker mi üstünüze?
‘Ben yeryüzündeyim, hayattayım ve bir insan, hayatın karşısında çaresiz kaldı, kendi pimini çekti... Ben bir şey yapamadım.’
Böyle bir his.
Biz, İlhami’yi ne kadar yalnız bırakmışız!
Ah! İçinde dolaşıp durduğumuz şu hayat ne kadar acımasızmış!
(1954-1983. 29 yaşında öldü İlhami Çiçek.)
Hayır, İlhami Çiçek’le tanışmadım.
İlhami’yi, bilhassa (şair, yazar, dağcı) Ali Göçer’den (Kelebek) dinlemişimdir. Ve Erzurum’un soğuğunu, yoksulluğunu onunla paylaşan bir iki arkadaştan. Birisi, rahmetli Muhsin Bostan olabilir.
Askerdeydi. İçinde bir kavga vardı. Dışında bir kavga.
Bir gün öldü. Bilmiyoruz, intihar mı etti, kaza mıydı, yoksa başka bir şey mi? En azından ben bilmiyorum.
Gitti işte.
Bize soylu bir hüznü yadigar bıraktı, bir de Satranç Dersleri’ni.
Şu, İlhami’nin hayatından bir sahne olmalı.
“Yalnız hüznü vardır kalbi olanın
Hüzün öylece orta yerdedir
Tuhaf bir yarma yaşanıyordur
Çepeçevre şeytan kilitleri.”
Şeytan kilidi, piyonların kımıldamasının imkansız olduğu bir durum, satrançta. Kımıldayamayacağın kadar hüzün!
“Bir oyuna rasgeldim
Her taşı Yakup Hüznü.”
İşte, öyle bir hüzün.
‘Yalnız hüznü vardır kalbi olanın’ bir mısra-i bercestedir.
Başlasın Satranç...
“Evet ilk aşk gibi bir şeydir ilk açılış
Artık dönüş yoktur
Kuşku bağışlanmasa da
Tedirginlik doğal sayılabilir
Ancak
Yürümenin dışında bütün eylemlerin adı
Kaçış kaçış kaçıştır.”
Bu, İlhami Çiçek’in verdiği ilk derslerden biri. Hem satranç, hem hayat dersi.
Öyledir. Yürümenin dışındaki eylemler, kaçıştır.
Satranç Dersleri’ni okuyabilecek kadar satranç bilgisine sahip olmak gerekiyor, dersi alabilmek için.
“Yerine göre piyon da bir tufandır
İçinde hep bir vezir sürekli mahzun
Düz gider çapraz vurulur ve uzun uzun
Günbatımlarını çağrıştırır.”
Satranç Dersleri’nin bana ağır gelen bölümü. Bazen kendime de söylüyorum:
“Sen ey atını kaybeden oyuncu
Bir ilkyazdan koca bir güz yontan adam
Bırak oyunu.”
Bir de, İlhami’nin hayatının ve ölümünün sırrını saklayan, tırnak içine aldığı şu mısralar:
“Ve sabır/Olmasaydı/Yeryüzünde/Birgün/Kalınabilir miydi?”
İlhami Çiçek, hayatı bir hüzün olarak, bir vicdan olarak, yoğunlaştırılıp bir adamın gövdesine sığdırılmış bir küçük kıyamet olarak idrak edip, erkenden göçtü dünyadan.
İlhami Çiçek’i şiirle hisseden Ahmet Oktay’ı da şükranla hatırlamalıyız.
“Nereye ait ki/bu hicranlı suret?/Bu gözler/Çoktan kesti dünyayla o karanlık/Sohbetini
Satranç ve dil/Yeniktir ezelden.”
(Ahmet Oktay, İlhami Çiçek Şiiri.)
Allah, dünyadaki çilesine, ruhunu ezen darlığa mukabil onu büyük bir ferahlıkla ödüllendirsin.