Eski bir tartışmanın düşündürdükleri

Beşir Ayvazoğlu

Yolunuz Cağaloğlu’na düşerse, Çatalçeşme Sokağı’na da uğrayınız ve Molla Fenari Camii’nin tam karşısındaki dört katlı kâgir binaya özel bir dikkatle bakınız. Giriş kapısının üzerinde şöyle bir kitabe göreceksiniz: “İctihad Evi 1910-Idjtihad 1904”

Ne zaman önünden geçsem, bir zamanlar Celâl Nuri (İleri), Kılıçzade Hakkı, Rıza Tevfik, Cenab Şahabeddin ve Süleyman Nazif gibi ünlü yazarlarının girip çıktıklarını düşünerek heyecanlandığım bu bina Abdullah Cevdet’in evi ve Tanzimat’tan sonraki temel düşünce akımlarından Batıcılığın yayın organı olarak 1904-1932 yılları arasında 358 sayı çıkan İctihad mecmuasının idarehanesidir. Keşke Türkçülük ve İslâmcılık akımlarının yayın organları olan Türk Yurdu ve Sıratımüstakim mecmualarının idarehaneleri de günümüze ulaşmış olsaydı.

***

İctihad’dan niçin mi bahsediyorum? En az Abdullah Cevdet kadar sıkı bir Batıcı olan Celâl Nuri’nin Ocak 1914 tarihli 88. sayıda yayımlanan ve İctihad okuyucularını şaşkına çeviren yazısını hatırladığım için... “Şîme-i Husûmet” başlığını taşıyan bu yazıda, emperyalist Batı’ya karşı husumet beslemek gerektiği, kalbinde düşmanına karşı sönmez bir husumet beslemeyen bir milletin esarete mahkûm olduğu ifade ediliyordu. O hâlde kendini İslâm âlemine karşı beslediği düşmanlıkla (yani Öteki’yle) tarif eden Avrupa’ya karşı bizim de “şîme”miz husumet olmalıydı.

Celâl Nuri, Arapça bir kelime olan ve “huy, tabiat, karakter” gibi anlamlara gelen “şîme” kelimesini çok özel bir anlamda kullanmıştı; “Avrupa’ya düşmanlığı tabiatımızın bir parçası haline getirmeliyiz,” demek istiyordu. Düşmana düşman olmak, Celâl Nuri’ye göre, meziyetlerin en güzeli, vazifelerin en mükemmeli, İslâmî farzların en mukaddesi, hukukun en önemli kaidesi, kısacası bir “seciyye-i necîbe” idi.

***

Abdullah Cevdet, daha öneki yazılarında da emperyalist ve yayılmacı Avrupa’yı eleştiren ve ezilen, sömürülen Hıristiyan halkların da içinde yer aldığı bir “İttihad-ı İslâm” fikrini savunan Celâl Nuri’nin bu makalesini yayımlamıştı, ama hiç de onun gibi düşünmüyordu. Nitekim bir sonraki sayıda aziz dostuna “Şîme-i Muhabbet” başlığını taşıyan bir makaleyle sert cevap verdi. İctihad, her ne kadar “serbest bir kürsü” ise de, benimsediği temel anlayış husumet değil, muhabbetti. Zaten İslâm dünyasının başına ne gelmişse husumetten gelmişti.

Celal Nuri’nin Victor Hugo ve Lord Byron’u Türk düşmanı oldukları için “aleyhi’l-la’ne” (lanet onun üzerine olsun) diye anmasından da çok rahatsız olduğu anlaşılan Abdullah Cevdet’e göre, Avrupa, hakkımızda ne düşünürse düşünsün, bizim hocamızdı; onu sevmek, ilmi, ilerlemeyi, kısacası medeniyeti sevmek demekti. İnsan sevmediği birinin en pahalı hediyesini bile kabul etmek istemez, fakat sevdiğine “Hoştur bana senden gelen, ya gonca gül yahut diken” demez miydi?

Güçlünün haklı olmaya ihtiyacının bulunmadığını, yeryüzünde ikinci bir medeniyetten söz edilemeyeceğine göre, bu medeniyeti gülüyle de dikeniyle de kabul etmek zorunda olduğumuzu iddia eden Abdullah Cevdet’e göre, karşılıksız “muhabbet”ten başka yolumuz yoktu.

Avrupa’nın kahrı da hoştu, lütfu da...

***

Bu yazı üzerine İctihad’la yollarını ayıran Celâl Nuri, Abdullah Cevdet’e “Abdullah Cevdet öldü!” cümlesiyle başlayan yirmi dört sayfalık bir risaleyle cevap verdi: Müslümanlara, Türklere Hakaret, Düşmanlara Riayet ve Muhabbet. “Bu yazının altında bir Yunan Eteryası reisinin imzasını görmek isterdim, ne yazık ki sabık bir hürriyet mücahidinin ismini buluyorum,” diyen Celal Nuri, bütün iddialarını tek tek cevaplandırdığı Abdullah Cevdet’in kendini bir Osmanlı gibi hissetmediğini, dolayısıyla Türkiye’yi terk etmesi gerektiğini söylüyordu.

Celal Nuri Bey

Celâl Nuri’nin risalesi Abdullah Cevdet’in taraftarlarını çok rahatsız etmiş, o tarihte Server Bedi imzasını kullanan İlhami Safa (Peyami Safa’nın ağabeyi) tarafından Zavallı Celâl Nuri Bey: Şîme-i Husumet mi, Şîme-i Muhabbet mi? adlı risaleyle cevap verilmişti. Bu risalede görüşlerine yer verilen Rıza Tevfik, Ahmet Refik (Altınay), Celâl Sâhir (Erozan), Ali Kâmi (Akyüz) ve Midhat Cemal (Kuntay), Abdullah Cevdet’i haklı bulmuş, Celâl Nuri’yi şovenizmle suçlayarak Avrupa’ya husumet ilan etmenin akıllıca olmadığını ileri sürmüşlerdi.

Abdullah Cevdet

Ömer Seyfeddin’in Yirminci Asırda Zekâ mecmuasında yayımlanan “Şîmeler” adlı ironik hikâyesinde alay ettiği “Şîmeler” tartışması bir süre devam etmiştir. “Dinim kinimdir” sözü meşhur olan Süleyman Nazif, bu tartışmada Celâl Nuri’nin yanında yer almış ve bir mektubunda Abdullah Cevdet’e şöyle seslenmişti:

“Yerde, gökte, cennette, cehennemde, her nerede olursam olayım, sâr-ı mukaddesin tatmin olunacağı güne kadar bütün kan ve toprak kardeşlerime gayz u kin tavsiye edeceğim. Oğluma ve onun evlâd ü ahfâdına da vasiyyet-i müebbedem budur ve bu olacak!”

***

“Şîmeler” tartışmasını Der Spiegel dergisinin Türkiye özel sayısı ve bu sayının her milimetre karesinden düşmanlık akan kapağıyla ilgili yazı ve yorumları okurken hatırladım. Türkiye’nin küresel bir düşmanlık ve saldırıyla karşı karşıya olduğu bir gerçektir. Bu düşmanlığa karşı Abdullah Cevdet gibi “muhabbet”le karşılık vererek teslim bayrağını çekmek mi yoksa Celâl Nuri gibi husumet ilan ederek savaşmak mı gerekiyor?

Ne “şîme-i husumet”, ne “şîme-i muhabbet”... Doğru olan, bana sorarsanız, “şîme-i metanet ve feraset”tir.

NOT. “Şîmeler” tartışması hakkında geniş bilgi Prof. Dr. Tufan Ş. Buzpınar’ın “İlmi Araştırmalar” dergisi Divan’ın 2005 tarihli 19. sayısındaki “Öteki Üzerinden Hesaplaşma: Celâl Nuri ve Abdullah Cevdet’in Avrupa Tartışmaları Hakkında Bir Değerlendirme” başlıklı makalesinden edinilebilir. Abdullah Cevdet hakkında sağlıklı bilgi edinmek isteyenler de Şükrü Hanioğlu’nun Bir Siyasal Düşünür Olarak Abdullah Cevdet ve Dönemi (1981) adlı eserini okumalıdırlar.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.