Kibarlık budalası, Türklerle alay etmek için yazılmıştı

Beşir Ayvazoğlu

Molière’in “Kibarlık Budalası”, şu sıralarda İstanbul sahnelerinde geziniyor. Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’ndan sonra, önümüzdeki günlerde Trump Kültür ve Gösteri Merkezi’nde ve KKM Gönül Ülkü Gazanfer Özcan Sahnesi’nde de tiyatro seyircisiyle buluşacak olan oyunda Mösyö Jourdain rolünü sekiz yıldır sahnelerde görünmeyen Haldun Dormen oynuyor.

1940’larından başlarından beri Türk sahnelerinde sık sık arzıendam eden ve orijinal ismi “Le Bourgois Gentilhomme” olan bu komedi-balenin Türklerle alay etmek için yazıldığını bilen bizde belki parmakla sayılacak kadar azdır.

İlk defa 14 Ekim 1670 tarihinde Château de Chambord’da, XIV. Louis’nin huzurunda oynanan “Le Bourgeois Gentilhomme”un hiç hoş karşılanmadığı, hatta kralın kendisini ve Saray’ı gülünç duruma düşürdüğü için Molière’e kızıp odasından beş gün çıkmadığı biliniyor.

***

Kral, Türkleri maskara etmek için yazılmasını bizzat istediği bu komediden niçin rahatsız olmuştu? Bu sorunun cevabını araştıran ve ulaştığı sonuçları Etudes Françaises adlı milletlerarası derneğin 1956 yılında düzenlediği kongrede bir bildiri olarak sunan Adile Ayda, Fransız basınında da yankılar uyandıran bildirisinin Fransızca metnini ve Türkçe tercümesini, sonuca nasıl ulaştığını anlattığı bir önsözle birlikte küçük bir kitap olarak yayımlamıştı: “Bourgeois Gentilhomme Komedisinin Yazılışı Sebepleri Hakkında Yeni Bir İzah (Bilinmeyen bir Kaynağa Göre), İstanbul 1956.”

Adile Ayda’nın Lamartine’den naklettiğine göre, XIV. Louis, Osmanlı İmparatorluğu’nun büyüklüğü ve kudreti karşısında tezatlı duygular içindeydi; hayranlık duyduğu bu imparatorluğu aynı zamanda kıskandığı için ikiyüzlü bir siyaset takip ediyordu. Fransız asilzadelerini Türklerle savaşmaları için Girit’te göndermesi bu siyasetin tipik bir yansımasıydı.

XIV. Louis, Girit cephesine gönderdiği kuvvetler 1668’de ağır bir hezimete uğrayınca öfkelenip İstanbul’daki daimi elçisini geri çağırmış, yerine sadece bir maslahatgüzar tayin edileceğini bildirmişti. Fransa’nın bu tuhaf davranışını ciddiye almayıp sadece bir blöf olarak gören Saray, elçinin niçin geri çekildiğini öğrenmek için Müteferrika Süleyman Ağa’yı resmi bir mektupla Paris’e gönderdi.

***

Fazla ciddiye almadığı ülkelerde ikamet elçisi bulundurmayan Osmanlı Devleti’nin endişeye kapılarak Paris’e daimi bir elçi gönderdiğini zanneden Kral, aslında sadece bir kurye olan ve 4 Ağustos 1669 tarihinde Toulon Limanı’na ulaşan Süleyman Ağa’nın muhteşem bir törenle karşılanması emretti.

Tören, Büyük Efendi’nin, yani Osmanlı padişahının sarayında nasıl yapılıyorsa öyle yapılacaktı. Kral, yabancı elçileri padişahın değil sadrazamın kabul ettiği hususunda uyarılınca bu rol Hariciye Nâzırı’na verildi ve alelacele Türk usulü alçak sedirlerin ve iskemlelerin bulunduğu bir mekân düzenlendi, gülyağları, şerbetler ve kahve temin edildi. Sadrazam rolünü üstlenen Hariciye Nâzırı, Süleyman Ağa’yı ve maiyetindekilere bu mekânda iki defa ağırladı.

Hariciye Nâzırı, ilk görüşmede padişahtan bir mektup getirdiğini ve bu mektubu Kral’dan başkasına vermesinin mümkün olmadığını söyleyen Süleyman Ağa’nın görevinin mahiyeti ve kapsamı hakkında şüpheye düşmüşse de renk vermemişti. Asıl komik sahneler sarayda cereyan ediyordu.

***

Esvapçıbaşısından Osmanlı padişahının törenlerde altın ipliğinden dokunmuş bir elbise giydiğini öğrenen Kral, ondan aşağı kalmamak için kendisine altın kumaştan bir elbise ısmarladı ve saraydaki bütün pırlantalar kullanılarak süslenmesini emretti. Kabul günü, Osmanlı elçisine kudretini, zenginliğini ve ihtişamını göstermek için bu süslü elbiseyi giyip tahtına kurulan XIV. Louis gerçeği öğrenince beyninden vurulmuşa döndü. Mektuba göz atılınca, Süleyman Ağa’nın elçi değil, sadece mektup taşımakla görevli bir kurye olduğu anlaşılmıştı.

XIV. Louis’yi asıl çıldırtan, Süleyman Ağa’nın çıkarken “Kralımızın elbisesini nasıl buldunuz?” diye soran asilzadelere söyledikleriydi: “Padişahımız efendimizin selama çıktığı zaman bindiği at bile daha süslüdür!”

***

Kral’ın düştüğü gülünç durum ve Süleyman Ağa’nın sözü soylular arasında dilden dile dolaşmaya başlamıştı. Paris dedikoduyla çalkanıyordu. Üstelik Hariciye Nâzırı’nın ısrarıyla İstanbul’a çağrılan elçinin yerine yeni bir daimi elçi gönderilmişti.

Başrolünü Haldun Dormen’in oynadığı “Kibarlık Budalası” Hakan Altıner tarafından sahneye konuldu.

Soylular sınıfının kendisine göstereceği saygıya her şeyden fazla değer veren XIV. Louis, prestijinin tehlikede olduğunu fark edince, Saray erkânının nezdinde eski itibarını kazanmak için Molière’den Türkleri maskara edecek bir komedi sipariş etti. Ancak sonuç onun için büyük bir hayal kırıklığı oldu; çünkü “Le Bourgeois Gentilhomme”, Türkleri değil, kralın kendisini ve Fransa’yı gülünç gösteriyordu. Adile Ayda şöyle diyor:

“Seyircilerin kahkahası Türklere teveccüh etmiyor, sadece müstakbel damadı tarafından aldatılan Fransız burjuvasını hedef tutuyordu. Fazla olarak Molière bizzat Kral’a ders vermek istiyor gibiydi. İkinci perdenin sonu ile üçüncü perdenin başı Mösyö Jourdain’in elbisesi etrafında dönmekte idi. Mösyö Jourdain’in terzisiyle konuşmalarına ait olan sahneler ise Kral’a Türk elçisinin kabulüne takaddüm eden hazırlıklar sırasında kendi terzisiyle yaptığı konuşmaları hatırlatacak mahiyette idi. Ya şapka? Merasim günü kendisinin giydiği şapkanın tıpatıp kopyası değil miydi?”

***

Kral, Molière’e o kadar kızmıştı ki, bu yazının başında da belirttiğimiz gibi, tam beş gün odasından çıkmadı. Adile Ayda, Molière’in biyografisini yazan Béatrix Dusanne’nin şöyle bir sözünü naklediyor: “Molière, hiçbir zaman kendisini mahvolmaya bu kadar yakın görmedi.”

Adile Ayda, büyükelçi değil basit bir kurye, fakat akıllı bir adam olan Müteferrika Süleyman Ağa’nın ülkesine dönerken Fransa’ya iki şey hediye ettiğini belirterek bildirisini noktalıyor:

Komedi Fransez’in repertuarından eksik etmediği bir komedi ve o tarihten beri Fransızların kahvaltılarının vazgeçilmezi olan kahve!

“Le Bourgois Gentilhomme”un 1688 baskısının iç kapağı. Soldaki gravürde oyunun Türklerle ilgili olduğu hemen fark ediliyor. Molière’nin çok sayıda komedisini çeviren veya adapte eden Ahmed Vefik Paşa’nın muhtemelen Türklerle alay edildiği için ilgilenmediği bu komedi-bale, Ali Süha Delilbaşı tarafından “Kibarlık Budalası” adıyla dilimize kazandırılmış ve 1941 yılından itibaren başta İstanbul Şehir Tiyatrosu olmak üzere birçok tiyatroda defalarca sahnelenmiştir. Bu tercüme, 1943 yılında da Milli Eğitim Bakanlığı Batı Klasikleri dizisinde yer alacaktır.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.