Bu çözüm daha çok su kaldırır
22 Ekim 2024’te “Terörsüz Türkiye” süreci MHP lideri Devlet Bahçeli’nin hamlesiyle başlatıldığında, Kürt meselesinin çözümü konusunda ilk kez içimde bir umut yeşermeye başlamıştı. Umutluyduk, zira milliyetçilik tonu yüksek bir partinin lideri, böylesine netameli bir konuda cesur adımlar atıyordu.
Dile kolay… Türkiye, neredeyse yarım yüzyılı aşan bir süreçte terör yüzünden büyük acılar yaşamış, binlerce evladını kaybetmiş bir ülke. 2009-2014 arasında yaşanan iki çözüm denemesinin başarısızlıkla sonuçlanması gerek toplumda gerekse devleti yönetenlerde büyük hayal kırıklıkları yarattığı için yeni süreç konusunda erken hayal kuran bazı kesimler hariç, hemen herkes biraz ihtiyatlı hareket etmeye özen gösterdi.
Açıkçası başından beri amasız-fakatsız süreci destekleyen birisi olarak, her zaman ihtiyatlı iyimserlik içinde olmayı tercih edenlerdenim. Evet “Terörsüz Türkiye” bu ülkede yaşayan herkes için hayati bir öneme sahip. Dolayısıyla karşı çıkanlar dahil, bu beladan kurtulma konusunda ortak bir mutabakata sahip olduğumuz muhakkak.
Aslında çözüm konusunda şu ana kadar, hiç de küçümsenmeyecek bir mesafe alındı. PKK kendini feshetti, silahlar büyük ölçüde ortadan kalktı. Meclis komisyonu hatırı sayılır çalışmalar yaptı. Buraya kadar bir sorun yok ama süreçle ilgili bazı kırmızı çizgilere de dikkat edilmesi gerekiyor. Zira doğası gereği bu süreç, iktidar-İmralı-Kandil ekseninde yürümek zorunda. Ve herkes biliyor ki tarafların beklentileri var. Doğal olarak süreç, bu beklentilerin karşılanmasıyla birlikte şekillenecek.
Ancak son gelişmeler, işlerin hiç de beklentilere paralel ilerlemediğine işaret ediyor. Malum şu günlerde siyasi partiler, süreçle ilgili hazırladıkları raporları komisyona teslim ettiler.
Eğer raporlara bakarak söylemek gerekirse, siyasi partilerin gerek Kürt meselesi gerekse “Terörsüz Türkiye” konusunda gerçek anlamda bir siyasi iradeye sahip olduklarını söylemek ne yazık ki pek mümkün değil. Ayrıca iktidarın da çözüm konusunda herhangi bir projesi yok, pırıltılı cümlelerle işi idare etmeye çalışıyor o kadar.
Bir kere sürecin öncülüğünü yapan MHP’nin hazırladığı rapor, kesinlikle Bahçeli’nin bu konuda şu ana kadar dillendirdiği söylemlerin çok gerisinde.
Nitekim DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Devlet Bahçeli’nin son dönemde Kürt meselesine ilişkin yaptığı “cesur” ve tarihsel referanslar içeren açıklamaları ile MHP’nin Meclis’e sunduğu metin arasında belirgin bir fark olduğunu, Kürt meselesinin yok sayıldığını ve bunun kabul edilemez olduğunu söyledi. Bakırhan’ın şu sözleri dikkat çekici: “Açıkçası MHP’nin raporu bizi biraz şaşırttı. İlginçtir, bu 120 sayfanın 100 sayfasında Kürt meselesinin olmadığını bize anlatıyor. Kürt sorunu var ki bir diyalog, bir müzakere oldu. Kürt sorunu var ki İmralı’ya gidildi. Kürt sorunu var ki PKK var. Kürt sorunu var ki Figen’ler, Selahattin’ler, binlerce arkadaşımız cezaevinde. Kürt sorunu var ki binlerce insan sürgünde.
Böyle bir şey olabilir mi?..”
AK Parti’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talepleriyle 60 sayfaya çıkarılan raporunda ise Öcalan için ‘umut hakkı’ vurgusu bulunmadığı gibi, demokratikleşme yasalarından da söz edilmiyor. Irak ve Suriye’de de PKK yapılanmasının tamamen sona ermesi gerektiği vurgulanan metinde SDG’nin, Şam yönetimine entegrasyonunun şart olduğu vurgusu yapılıyor.
Özetle söylemek gerekirse iktidar, sürecin tamamlanması için PKK’nın kendini feshetmesinin ve silahları yok etmesinin yeterli olmadığını, SDG’nin de silahlarını bırakarak sivil vatandaşlar olarak Şam yönetimine katılmasını şart koşuyor.
Peki, Suriye’de gerçekten Türkiye’nin bu beklentileri doğrultusunda bir şekillenme olabilir mi? Doğrusu bundan çok emin değilim.
Bir kere sözünü ettiğimiz SDG, Amerikan silahları ve imkanlarıyla Suriye’de tek başına IŞİD’i yok etmiş bir örgüt. Amerikan çıkarları adına büyük yararlıklar sağlamış böyle bir yapı, bütün kazanımlarından vazgeçip silahlarını bırakarak sivil vatandaşlar olarak ortadan kaybolabilir mi? Bunu hep birlikte bekleyip göreceğiz.
Halihazırda olup bitenlere bakarak söylemek gerekirse, açıkçası Suriye’de işler hiç de bizim istediğimiz istikamette ilerlemiyor. Daha birkaç gün önce SDG, 3 tümen gücünün Suriye ordusu askeri yapısı içinde kalması konusunda Şam ile ön anlaşmaya varıldığını duyurdu. Şam ise 3 maddelik entegrasyon yol haritasını SDG’ye resmen bildirdiğini açıkladı.
Bir gerçeğin altını tekrar çizelim; Suriye ayrı bir devlet ve doğal olarak kendi içindeki gruplarla yapacağı anlaşmalar konusunda bizim onayımızı almak zorunda değil.
Hal böyleyken, şimdi oturup çözümün kaderini SDG’nin buharlaşmasına bağlayacaksak işimiz bundan sonra çok daha zor olacak demektir. Galiba esas sorulması gereken soru şu; iktidar gerçekten bir çözüm istiyor mu, yoksa zamana yayarak durumu idare etmeye mi çalışıyor?
Eğer iktidar PKK’nın kendini feshettiğine ve silahları bıraktığına inanıyorsa, hiç öyle Suriye bahaneleri filan üretmeden toplumun nefes almasını sağlayacak demokratikleşme yasalarını çıkarmalı ve insanları boş hayallerle daha fazla yormamalı.
