Devletçilik!

İbrahim Kahveci

Yakın tarihten hatırladığım kadarı ile bazı örnekler vereceğim.

ANAP darbe komutanı Evren açıkça karşı çıkmasına rağmen Türk Halkına güvenerek 1983 seçimlerinden zaferle ayrıldı.

Devletçi partilerin başkanları Turgut Sunalp ve Necdet Calp kaybederken, Turgut Özal kazanmıştı. Özal, devlet dememişti. 82'de yüzde 92 evet denilen darbe anayasasına rağmen Turgut Özal "halk" demişti ve kazanan olmuştu.

2002 seçimlerinde de devletçi partiler kaybetmişti. 28 Şubat sürecinin devlet partileri ANAP ve DSP baraj altında kalmıştı. MHP'de onların ortağı olarak baraj altında kalarak maliyet ödemişti. (DSP ve ANAP 28 Şubat sürecinin suni iki devlet partisi olarak azınlık hükümeti kurmuşlardı)

Kasım 2002 seçimlerinde halkın büyük teveccühü Ak Parti'den yana oldu. 1983 seçimlerinin ardından yeni bir halk partisi ilk kez gelmişti.

Hatırlatmakta fayda var ki, 1991 seçimleri Türkiye açısından bir yıkım sürecinin başlangıcıydı. 91 seçimlerinde verilen vaatler, görüntüde halka refah dağıttı ama gerçekte Türkiye'yi yıkıma götürdü. O nedenle 1991 seçimleri ve ardından gelen örtülü 93 darbesi ülkemize bir kuşak kaybettirdi.

Zenginleşmeden yaşlanıyoruz

1991 seçimleri ve ardından gelen yıkım süreci aslında bir dönem kaybettirmedi. Türkiye 1991 seçimleri ile aslında kaderini belirledi.

Nasıl mı?

Ülkeler de insanlar gibidir.

Gençlik dönemine kadar sürekli gider gerektiren bir yatırım dönemi geçirilir. Ülkeler de gençlik dönemlerinde eğitim gibi, yol-su-elektrik gibi büyük altyapı yatırımlarına para harcarlar. Gençlik dönemlerinde nüfus hızlı artar ve artan nüfus gideri de çok yüksek olur.

İşte bu kritik dönemde büyük altyapı yatırımı ve büyük eğitim yatırımı ülkeyi kritik eşik olan alt gelir grubundan orta-üst gelir grubuna taşır. Tıpkı Türkiye'nin 80'lerde başardığı gibi.

80'lerde Türkiye kamu bütçesinin yüzde 46'sını yol-su elektrik gibi altyapı yatırımlarına harcadı. En ücra köylere kadar okullar yapıldı, yollar yapıldı.

Ve 90'lı yıllarda bu eğitimli kesim yavaş yavaş toplumda iş alanına çıkmaya başladı. Eğitim ve refah artışının yan etkisi düşük nüfus artışı da yavaştan başlıyordu. Artık, artan nüfusa daha az para harcanacak ve ekonomik büyüme eşiğine geçilecekti.

İşte tam o noktada büyük medya destekli Süleyman Demirel sahneye çıktı.

Herkes erken yaşta emekli edildi. 38-40 yaşlarında insanlar en verimli çağlarında emekli edildi. Devletin bütçesi faiz ve emekli bütçesi haline getirildi.

Türkiye tarihi büyük fırsatı kaçırdı.

1991'de 7 çalışan 1 emekliye bakarken artık 2 çalışan bile 1 emekliye bakmak için yetmiyor. Maalesef ki Türkiye zenginleşmeden zengin ülkeler gibi yaşlı ülke yapısına büründü.

Devletleşme hastalığı

2001 krizin ardından Kemal Derviş ile getirilen yeni IMF programı Türkiye'ye iki dayatmada bulundu. 1-Devletin kasası boşalmıştı ve gelen para faize gidiyordu. IMF ve Derviş modeli devletin kasasının dolmasını ve bu sayede faizlerin düşeceğini öngördü. 2- Bankalar soyulmuştu. Bankacılık sektörü darmadağın hale gelmiş ve kredi verecek para kalmamıştı. IMF programı bankaların kesesinin dolmasını emretmişti. O günün şartlarında uygulanması gereken programda aslında başkası olamazdı.

IMF-Derviş programına rağmen Ak Parti 2003 yılında iki büyük adım attı. Asgari ücrete ve emekli maaşlarına büyük zam yapıldı. Ardından ise memur maaşları artırıldı.

Ve yıllar ilerledi.

Emekli ve memur maaşlarına bakış hiç değişmedi. Faruk Çelik'in 2013 bütçe sunuş konuşmasına göre memur maaşları reel olarak yüzde 56 artmıştı. Keza aynı şekilde emekli maaşları da en düşük 1.100 TL'ye çıkartıldı.

Artık;

en düşük memur maaşı 2.500 TL

en düşük emekli maaşı 1.100 TL

en düşük çalışan maaşı 1.000 TL

tablo gayet açık.

Çalışanın canı çıksın noktasına geldik. Emeklilik insanlar için en büyük hayal oldu. Çalışma hayatının hayali ise memurluktan öteye geçmez oldu.

2004 yılında 560 milyar TL GSYH'ya karşılık 90 milyar TL vergi toplanmıştı (GSYH'nın %16'sı). Çalışanların maaşlarından kesilen vergi ise GSYH'nın %2,85'i kadardı. (16 milyar TL)

2014 yılında 1.747 milyar TL GSYH'ya karşılık 348 milyar TL vergi toplandı (GSYH'nın %20'si). Çalışanların maaşlarından kesilen vergi ise GSYH'nın %3,72'si kadar oldu. (65 milyar TL)

Bütçeye nerden bakarsanız bakın artık devletimiz ülke ekonomisinden daha hızlı büyüyor. Oysa son 12 yılda devlet ekonomiden elini ayağını çeksin diye 70 milyar dolardan daha fazla kamu malı özelleştirildi. Ama kamu malı satıldıkça devlet daha çok büyüdü.

Devletin büyümesi ve maaşların artması elbette kendi başına "kötü" olarak değerlendirilemez. Defalarca yazdığımız şeyi tekrar edelim: Kamuda maaşlar reel olarak artarken ekonominin canı olan özel sektörde maaşlar reel olarak eriyorsa ortada tahminlerin ötesinde vahim bir durum vardır. Ve biz bu vahim durumu 5-6 yıldır her yerde söyleyip devletçileri uyarıyoruz. Ama maalesef... ses yok...

Devlet büyüdükçe yatırımlar küçülüyor

Hem merkezi yönetim bütçesi hem de mahalli idareler ve SGK dahil tüm kamu kesimi konsolide kamu bütçesine bakıldığında devlet son 12 yılda en fazla büyüyen olmuş. Hatta işin belki de en vahim tarafı devlet asıl 2008-09 krizinden sonra büyümeye başlamış.

Burada iki ana sorun göze çarpıyor;

1-Ekonomik büyüme 2007'den sonra durağanlaşmaya başlayınca devlet daha hızlı büyümeye başlıyor

2-Devlet ekonomide büyümesini artırdıkça kamu yatırım oranı azalıyor.

Devlet büyüyor ama devletin yol-su-elektrik gibi kamu yatırım oranı maalesef bütçeden daha az pay alıyor.

80'li yıllarda devlet topladığı verginin yüzde 46'sını kamu yatırımlarına ayırırken artık kamu yatırım oranı bütçenin maalesef yüzde 10'larına gerilemiş oldu.

2006 yılında devletin "personel maaşı" milli hasılamızın yüzde 5,0'i iken 2014 yılında artık milli hasılamızın yüzde 6,3'ü devletin personel maaşına gidiyor. Dikkat edin burada GSYH'dan pay artışını söylüyorum; artan milli gelirden aynı payı demiyorum. Ve tekrar ediyorum burada sorun sadece kamu personel maaşı değil, kamu personel alımı ve maaş artışı karşısında özel sektör maaş azalışı ile büyük uçurumun açılmasıdır. Artık genç neslin hayali KPSS ile devlete kapağı atmak olmuştur.

2003 yılında "devleti iş kapısı olmaktan çıkaracağız" söyleminin yerini yeni nesilde "devlet hayali" almıştır. 2002 yılında halk desteği ile gelinen nokta devlet destekçisi olmuştur. Oysa Türk Halkının beklentisi 83 ruhu gibi 2002 ruhunun da yeniden gelmesidir.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.